31 Ağustos 2009 Pazartesi

Avrupaaaa Yakasııııı




Baktım blog aleminde A versus B yazıları çok revaçta, ben de bildiğim bir konu üzerine kalem oynatayım dedim. Yıllardır iki stada da maça giden birisi olarak karşılaştırmalı Sami Yen-İnönü deplasman analizini bilgi ve görüşlerinize sunarım efem.

Ulaşım

İki stadın da kendine göre kolaylığı mevcuttur.
Ali Sami Yen Deplasmanında toplanma yeri Fulya’dır. Ulaşımı zordur. O bölgedeki bütün otobüs hatları Mecidiyeköy merkezli çalıştığı ve etrafta deniz namına bir şey olmadığı için özel arabayla gidilmesi en mantıklı iştir. Bununla beraber park edecek sayısız yer bulabildiğinden maç çıkışı sorun yaşanmaz. Ayrıca oyun parkında, benzin istasyonundan aldığın biraları içmek suretiyle maç saatini beklemek gayet eğlencelidir. Stada 500 metre uzakta olmana rağmen etrafta bir tane numunelik Galatasaraylı göremezsin. Bir takım taraftarının kendi stadının dibindeki bir bölgeyi bu şekilde kayıtsız şartsız deplasman takımına bırakması da ilginçtir. Bu başıboşluk Ortaklar Caddesinin ortalarına kadar devam eder. Elini kolunu sallaya sallaya girer ve çıkarsın.

İnönü’de toplanma organizasyonu Anadolu yakasından başlar. Otopark sorunu sebebiyle özel araba alternatifi zayıf olduğundan, büyük oranda deniz yolu ile geçilir. Bu özelliğiyle FB-BJK derbileri şahsına münhasır bir hal alır*.

Bundan sonraki aşama FB taraftarı için bir zulümdür. Eğer üzerinizde taraftar olduğunuza dair en ufak bir ibare varsa polis tarafından çember içine anılıp zorla stada giden otobüslere bindirilirsiniz. Bu şekilde sıcak altında saatlerce bekletildiğimi bilirim. Atkıyı bayrağı gömüp stada kendi başına gitmek en mantıklı iştir.

İnönü maç çıkışlarında hep aynı terane vardır. Taraftar polis kordonu eşliğinde yürütülerek zorla karşıya geçen vapurlara bindirilmeye çalışılır (Aynı şeyin BJK taraftarı için de yapıldığını duydum)Nice Koçyiğitlerin polise laf anlatmaya çalışarak helak olduğuna şahidim. “Ben Bakırköy’de oturuyorum neden vapura bineyim!” dersin Polis “ bana verilen emir bu” der. Diyalog uzadıkça uzar, sonunda kolluk kuvveti ikna olur. Herkes sağ salim evine dağılır. Ben Anadolu yakasında oturduğum için, polise yavşak yavşak “abiii Üsküdara giden vapur var mı??” diye sormuşluğumda vardır ama o kısmı karıştırmayın.

Stada Giriş
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden… !!
Fulya’dan Sami Yen’e giden yol yaklaşık 45 derecelik eğim ihtiva eder (aka Devebağırtan Yokuşu). Bu kabir azabı tadındaki yürüyüş esnasında, 2 defa polis kontrolünden geçersin. Bu yetmezmiş gibi “yeni!” Yapılan Sami Yen açığına girmek için 1 metre genişliğinde, 50 metre uzunluğunda ve aynı şekilde 60 derecelik eğimde bir metal bir merdivene tırmanarak tribün kapısına ulaşırsın. Benim anlamadığım Gs yönetimi neden stadın arkasındaki o araziye bir toprak dolgu yapmaz bir beton dökmez yıllardır? Ayrıca son maça gitmedim ama öncesine kadar Gs misafir takım tribün girişinde turnike yoktu. Hurra nın kralı oluyordu. Bunu da dipnot tadında ekleyeyim…

İnönü’de aynı şekilde bütün taraftar tarihi betonarme bir merdiven üzerinden stada girer. Giriş nispeten rahattır, zaten İnönü eski açığı tarihi eser olduğu için çivi bile çakılması yasaktır. Bu sebepten BJK yönetimine kızılmaz. Zaten stada girdiğin yerin etrafı komple BJK taraftarı olduğu için sıra beklemek de eğlencelidir.

Stadyum
İnönü stadı, konum olarak güzel olmakla beraber, yeni düzenleme ile daha bir futbol stadyumu halini almıştır. Fakat tribünleri ters eğimlidir. Deplasman taraftarını iki ayrı yere yerleştirmek şekliyle bozmaya çalışırlar.. Kendi taraftarlarının olduğu tarafa sadece küçük bir WC koydukları için maç içerisinde su yoluna gitmek 15 dakikadan fazla alabilir. Görüş nettir. Işıklandırma güzeldir, çimler pırıl pırıl gözükür.

Ali Sami Yen akustiği ve yapısıyla daha bir futbol stadıdır. Tribünleri stadın üzerine çöker. Kasvetli bir havası vardır. Stadın ve Mecidiyeköy’ün konumu sebebiyle mütemadiyen bir sis bulutu görülür. Kapalı tribünü dizayn eden mimarı dünyadaki bütün yeni futbol stadı inşaatlarında çalıştırmak lazım (tabi hala yaşıyorsa). O nasıl bir akustiktir öyle!

Taraftar&Ambians
Beşiktaş taraftarı bütün tezahürat yaratıcılığına rağmen, bana göre, iyi bir futbol taraftarı değildir. Sağlam bağırırlar doğru. Fakat maçı forse etmede çok kötüdürler. Çoğu zaman maçtan koparlar. Anlık tepkiler koyamazlar. Ayrıca bütün desibel efsanelerine rağmen deplasman seyircisinin konumlandığı yerden sesleri hiç duyulmaz. Zamanında bu sorunu mikrofon ile çözmeye çalıştılar ama tarafımızdan makaraya maruz kalınca vazgeçtiler. Diğer 3 tribünü de battal olduğundan ki bence bu bir stadyum için çok büyük dezavantajdır, bütün maç kendi kendi başına rahatça bağırırsın. Tribün kontralarını hissetmediğin için moralin bozulmaz. Fenerbahçe taraftarı en büyük makaralarını bu yüzden İnönü’de yapmıştır. Bununla beraber Beşiktaş seyircisi görsel olarak Eskişehir taraftarının bile gerisindedir. Doğru düzgün yaptıkları bir karton organizasyonu yoktur. Maç öncesi kendi takımını motive etme konusunda çok yetersizdirler. Ayrıca tezahürat konusundaki yaratıcılıkları pankart konusunda sergileyemezler. Rakip takım seyircisini bozan bir pankart açtıkları gözükmemiştir.

GS seyircisi, stadlarındaki müthiş akustiği de arkasına alıp, maç içersinde doğru tepkiler vererek oyunu domine eder. Bağıran taraftar sayısı İnönü’dekinin 10 da 1’i olmasına rağmen güzel ses çıkar. Pankartlar ve showlar rakibin sinirini bozacak şekildedir. Kapalı dışındaki tribünler İnönü’ndekilere göre daha aktiftir.

Bu karşılaştırmaya eklenecek çok şey olacaktır. Benim aklıma gelenler bunlar. Diğer takım taraftarlarının bizim stadyum hakkında düşünceleri okumak da benim açımdan ilginç olacaktır.


* Dünyada taraftarların deniz yoluyla birbirlerinin maçlarına gittiği başka büyük derbi var mı acaba??? Bir ulemaya danışmak lazım, ya da tek olayı yabancı sitelerdeki haberleri Türkçeye çevirmek olan bir takım blog yazarlarına sorarız. Belki yardımcı olurlar.

25 Ağustos 2009 Salı

Allahına Gurban Adanalı!


Seni öveceğim, sana kenarından da olsa sempati duyacağım aklıma gelmezdi. Bu günleri de yaşadım ya...
Darısı bizim takımdaki Diesel,Replay konu mankeni baltalara..


*ÇOCUKLARINIZDAN BİR TANESİNİN İSMİ DERİN, DİĞERİNİN YUSUF DENİZ. 1972'DE İDAM EDİLEN YUSUF ARSLAN'LA DENİZ GEZMİŞ'TEN ESİNLENDİĞİNİZ SÖYLENİYOR.Evet öyle. Yusuf aynı zamanda benim kayınpederimin ismi. Hem de Yusuf Arslan'la Deniz Gezmiş'i severim. Çünkü zamanında Amerika'ya karşı çıkmış insanlar... Şimdi herkes Amerika'ya karşı çıkıyor. Demek ki bu adamlar ileri görüşlüymüş. '70'lerde işte o insanları idam ederken, yargılarken geniş kapsamlı bakmak gerekti olaylara. Onların durumu beni çok üzmüştü. Bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışmışlardı. Ben de onları sevdiğimden dolayı, hem de kayınpederimin adı da Yusuf'tu. Onu da yaşatmak için Yusuf Deniz koydum. Bence çok güzel bir isim oldu.


*Vatan Gazetesindeki röportajından.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Mutluluk


Her izlediğinizde; içinizden bir şeyler koptuğunu hissettiğiniz, yediklerinizi ağzınıza getiren bir film oldu mu?


Mutlululuk benim için işte böyle bir film...


Çekene de, oynayana da tekrar tekrar tebrikler.

Yalnız böyle bir performanstan sonra insan nasıl gider de o banka reklamında kendini şaklaban yerine koyar anlamıyorum. Aslında anlıyorum da, para nelere kadir kabul etmek istemiyorum.

23 Ağustos 2009 Pazar

Sevmiyorum...




Herhalde hepimizin sevmediklerimizle yargılandığımız anlar olmuştur. Ortak karar olarak sevilen objelerle hoşlaşmadığımızı beyan ettiğimiz an sümük muamelesi görürüz. Oray Eğin’in Sezen Aksu için söylediği lafı severim “bu kadını eleştirmek tabu mu, bu kadını sevmemek suç mu?” diye. Neyse ki ben kendisi hakkında çok negatif şeyler düşünmüyorum. Fakat yıllardır bir türlü sevemediğim, bununla beraber nasıl olur da sevmezsin tepkisini aldığım onlarca şey var. Aklıma gelen bazılarının listesini aşağıda çıkardım. Sevmek zorunda mıyım arkadaşım!

Patlıcan: Gerçekten sevmek isterdim…. Çocukluğumdan beri her türlüsünü yedim. Mangalı, kızartması, salatası..aklınıza ne gelirse. Her rakı masası ortamında, patlıcanlı salata istemediğim an gördüğüm muameleyi insan hakları mahkemesine şikayet etsem yeridir. Bir de kendisine bana patlıcanı sevdirmeyi görev edinmiş insanlar oldu hayatımda. Yiyemiyorum canlarım benim, anlayın artık ve bu gerçekle yaşayın. Tadı hoşuma gitmiyor işte. En son Adana seyahatimde tandırda yapılmışını yiyebildim biraz, o kadar. Onun da tadı ete benziyordu. “Zaten içinde nikotin de varmış, dumansız hava sahası hafız eki eki” şeklinde kötü bir espriyle bu maddeyi bitiriyorum.


Sertap ERENER: New Orleans’ta sokaktan çevirdiğin her zencide olabilecek bir ses, şu ana kadar hiçbir şey üretmemesine rağmen müzisyenim havaları, çirkin ve kocaman bir ağız, her konuştuğunda sıçıp batırma, entelektüel geçinip bunca yıldır ortaya bir fikir koyamama…evet Sertap seni sevmiyorum…antipatik buluyorum…birkaç iyi müzisyenin sırtına binmiş tekneni yürütüyorsun. Senin geleceğin Nilüfer gibi olacak. Kayahanlar seni bırakınca ne olduğun ortaya çıkacak. Nasıl bir şans varsa sen de, o kötü şarkıyla Eurovision’u da kazandın ya..Kızın birine yalakalık olsun diye bir kere konserine bile gitmişliğim var. Tanrım o ne kötü bir sahnedir öyle! Neyse konuştukça sinirleniyorum….Ama şunu unutma, bu piyasadan silindiğin gün bayramım olacak Sertap!!


Çokbilmiş sazanlara not: Bilerek Sertap diye yazdım. Çünkü Cumhuriyet kanunlarına göre ordaki “b” harfinin sertleşmesi gerekir. Aksini yapan suç işler. Eğer bunla ilgili probleminiz varsa Abdülhak Hamit Tarhan ile aynı platformda hakkınızı arayabilirsiniz. (Bu espriyi anlamak için biraz tarih bilgisine ihtiyaç vardır efem. İmza: çakma Engin Ardıç K.Ç.)


Jartiyer: Neden seksi? niye seksi? İçinde mandal olan şey nasıl böyle erotik olabiliyor. Bu konuyu kısa keseceğim. Ben güzel bulmuyorum. Tv dışında da giyeni görmedim…görsem belki fikrim değişir kolpasıyla, bokunu çıkarmadan maddeyi burada bitiriyorum.


Donnie Darko: Başta blog umuzun kaçak editörü Irısh olmak üzere, bu başlığı görünce “yapmaaaaaaaa!” diyen insanlar olacaktır. Bu film hakkında o kadar övgü okudum ki. Ortamlarda öyle bir anlatıldı ki bu film... şahaser, duygusal, psikolojik başyapıt!!...Yirmili yaşlarım bu film yüzünden kompleksler içinde geçti.10 kere izledim, her izlediğimde çok sıkıldım ve anlamadım..film biter bitmez kendimi dolaba kilitleyip sabahlara kadar ağlamayı düşündüm. Sinema sanatından bu film yüzünden soğudum.


Geçen akşam kaçak editör Irısh’den tokatladığım DVD sini son bir kez daha izledim….Ve bugün göğsümü gere gere söylüyorum ki benim entel dostlarım, DD boktan bir filmdir! Bir kere sıkıcıdır, konusu da orijinal değildir. O kadar rüzgara rağman ben bir kişinin bile filmi tamamen anladığına da inanmıyorum. Bunun gibi bir de “Lost Highway” vardır. Bu iki filmi insanların güzel olması gerektiğine inandığı için güzel dediği filmler kategorisine sokabiliriz. İlla bir şeyine güzel diyecekseniz soundtrack albümüne deyin ona sözüm yok.


Bundan sonra bana Donnie Darko diye gelmeyin kalbinizi kırarım…İsteyen de gelip DVD sini alabilir. Aksi takdirde tez vakte kadar yakılmak suretiyle yok edilecektir…ohh rahatladım…


Tekila: Şahsımın social drinker olduğu malumunuzdur. Buna rağmen bu tekila denen mereti sevemedim. Adını her duyduğumda Bodrum barlar sokağında ucuz yoldan kafayı bulmaya çalışan bitli rockerlar gelir aklıma. Az harcayalım çabuk sarhoş olalım içkisidir. Yoksa içilecek meret değildir. Tadını gerçekten seven var mıdır acaba!? Bir de bu tuz limon geyiği vardır ki, ne zaman görsem gülesim gelir. Arkadaşım dayak mı yiyorsun içki mi içiyorsun! Ne tuzu ne limonu! Nedir bu kendine eziyet!


Bu gereksiz sıvıyı Türklerin popüler kültürüne Tom Cruise’un “Doğum Günü 4 Temmuz” filmi sokmuştur. Orada kurtçuk eşliğiyle içilen tekila illetinden yurdumun looser gençliği hala yakasını kurtaramamıştır. Allahtan kurt olayı biz de tutmadı da muhabbet iyice boka sarmadı.


Eğer tekila olmasaydı uzun ve yağlı saçlığı Türk erkeği, her lafını “abi” diye bitiren Türk kızı (abi diyen kızlar, yeryüzünden yok olun ve bir daha da gelmeyin!) ne içerdi bilinmez. Umurumda da değil!


Listemiz Devam Edecektir…

20 Ağustos 2009 Perşembe

Açıldık Ey Halkım, Unutma Bizi....


Ne kadar kolay söylüyoruz “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” veya “En Kötü Barış En iyi Savaştan İyidir” diye.Peki gerçekten böyle mi düşünüyoruz? Etrafımda öyle kafatasçı rüzgarlar esiyor ki, tanıdığım, sevdiğim insanlara inanamıyorum.


Bu açılımı ABD istedi doğrudur. Zaten AKP bir ABD projesidir. Türkiye’yi elli yıldır yöneten sağ görüşlü iktidarların hepsinin olduğu gibi. Bugün bile büyük baş partilerinin hepsi göbekten ABD ye bağlıdır (buna MHP de dâhildir). Ha diyorsanız ki bu nasıl iş, o zaman tam bağımsızlığı, emeği, insan haklarını savunan bir partiye oy vereceksiniz! (buna da CHP dahil değildir)

AKP ne yaparsa karşı çıkalım mantığı almış yürümüş. Arkasında kim olursa olsun ben bu aşamadan sonra konuya brüt bakarım. Amaç savaşın bitmesi ise, amaç insanların artık bir hiç uğruna ölmemesi ise, adına ister açılım ister başka bir şey diyin, bu konuda sonuna kadar AKP nin yanındayım!


Irkçılık bir hastalıktır. Ne yazık ki bu virüs Atatürk’ün partisi olduğunu iddia edenlerin en büyük silahı olmaya başladı. Başörtüsünü dilinizden düşürmediniz, seçimlerde dümdüz edildiniz. Akıllanmadınız şimdi de kürt düşmanlığını tırmandırıyorsunuz. İnsanlar sizin gibi “Beyaz Türkler” yüzünden etnik kimliğinden utanır oldu. Böyle giderse Etiler-Bağdat Caddesi Partisi olmaktan öteye gidemeyeceksiniz.


Öteki ana muhalefet partisine sorulacak soruyu zaten başbakan sormuştu: “iktidardayken aö’ yü neden asamadınız?” (Bkz. 2. Paragraf)


Son söz: düşmanınızı bu topraklarda, hatta bu kıtada aramayın. Düşman bellidir, düşman bu faşist düşünceleri başımıza musallat edenlerdir.
Fotoyla ilgili not: Evet GİREMEZ!

16 Ağustos 2009 Pazar

Bir Çin Atasözü Der ki..


İdari amirimin, şahsıma hediye olarak, bizzat Hindistandan getirdiği Hint çayının ambalajından çıkan eski bir Çin şiiri:


" One cup does all disorders cure.

With two, your troubles will be fewer.

Thrice to the bone more vigour give

With four, forever you will live as young

as on your day of birth. A true immemorial

on the earth..."



Elalem bildiğin çay için ne marketing yapmış be babacım.
Biz hala Sinan Çetin'in boktan Doğuş Çay reklamlarına talim..
Markasını da resimde belirteyim bari...Evimde Hint çayı içiyorum, gücünüze gitmesin...


13 Ağustos 2009 Perşembe

Tatil Şeysi...


Bir süredir tatilde olduğum için yazılara ara vermiştim..artık daha sık yazacağım.


Blog aleminde bunu önceden belirtmek gerekiyormuş, ama benim çok okuyucum olmadığı için bir şey farketmemiştir diye düşünüyorum... :)


Gel! Gel! Gel! Biz Varız! Biz Varız!..Biz de Bekarız....



Fecaat uzun bir aradan sonra üfürükten hayat tahlillerine devam ediyor!


Geçenlerde Vatan Gazetesinde bir haber okudum. İngiltere’ de yapılan bir araştırmaya göre kadınlar, esasında bira göbekli ve bakımsız erkekleri seviyormuş. İlk başta kıçım tavana vursa da, haberin devamında aynı kadınların Ronaldo’yu antipatik bulduğunu okumamla, yaptığımın asparagas denizinde beyhude çırpınışlar olduğunu anladım.

Bu haber bir süredir yazmayı düşündüğüm bir konu hakkında bana tetik etkisi yaptı. Gerçi çok alakası yok gibi gelecek ama idare edin…Tembel adamlarız biz, öyle her gün 3-4 yazı yazacak enerjimiz yok..böyle kolpa ilhamlar geldikçe bir şey çıkar bizden ancak.

Bundan 9 sene önce bir taraftar organizasyonunda görevliyken o zamanki Ultraslan Başkanı olan şahsiyetle kendisine ait olan mekânda konuşma fırsatım olmuştu. İçkiler içildikten sonra konu, “Noolucak bu tribünlerin hali” konu başlığı altına ister istemez park etti. O zaman kendisinin bana anlattığı anekdot dün gibi hatırımda. Hala Tribün lideri olan şahsiyet bir tribün toplantısında Sami Yen Tribünlerindeki bayan nüfusundan şikayet etmiş, erkeklerin kızlar yüzünden bağıramadığını anlatmış.
O zamanlar tribünlere çok kız gelmesinden hepimiz şikâyetçiydik, ama durum bugün vaka i adiye halini aldı. Son yıllarda tribünlerde parfüm kokuları duymaya başladık. Hatta Bağdat Caddesinin son trendlerini Saracoğlu’ndan takip eder olduk…
Bunlar iyi midir kötü müdür ayrıca tartışılabilir. Ben tezahurat konusunun kadın taraftarlarla çok alakalı olmadığını düşünenlerdenim. Bu yazıda konuya başka bir açıdan bakacağız...

Evet yazımızın konusu tribünlerdeki kız varlığı…


Tribünlere gelen kız sayısı her geçen gün artıyor. Futbolun büyüsü haliyle onları da etkisi altına alıyor. Bu işin içerisinde olmayan diğer bayan arkadaşları muhtemelen onlara “orada o kadar erkeğin arasında ne işleri olduğuna dair telkinlerde bulunuyordur. Aslında tamamen yanılıyorlar. Günümüz Türkiye’sinde futbol tribünleri bir bayanın, erkek milletini en saf haliyle görebileceği yerdir.

Neden mi?

Gerek dini gerek sosyal yapımız kadınların kendilerine belirli bir savunma mekanizması oluşturmasına sebebiyet veriyor. En kapalı çevreden gelip de en modernine kadar her bir hatun kişi bu baskıdan etkileniyor (alakasız soru: hiç otobüste tek başına oturup ta somurtmayan kız gördünüz mü?). Dikkat edin Türkiye’de en masum ilişkiler bile kandırmaya yönelik ufak yalan dolanlarla başlar. Çünkü bizim yaşam tarzımız ilk tanıştığımız karşı cinse gardımızı almayı gerektirir.

Şimdi hepimizin malumu olduğu üzere, ortama güzel kız girince erkek adamın tavırları değişir. Ben umursamam takmam diyen en babayiğidin bile algıları farklılık gösterir. Aksini iddia eden goygoycudur, adam sendecidir.

Şimdi şunu düşünün sevgili hemcinslerim:
Derbide tribündeyiz..sinirler gerilmiş..maç berabere…futbolcunuz gole gidiyor…yanınızda Adriana Lima olsa umurunuzda olur ? O an başka hiçbir şeyi önemser misin? Hiç maç izlerken tavırlarınız hareketlerinizin neye benzediğini düşündünüz mü?
Ben 2006 yılında Denizli’de, o malum maçın sonunda tribünde etrafıma baktığımda, içinde çok yakın arkadaşlarımın da bulunduğu yüzlerce kişinin salya sümük ağladığına şahit oldum. Siz zannediyor musunuz ki o an yanımızda dünyalar güzeli bir kızın olması bu durumu değiştirirdi?

Uzun lafın kısası, bayanlar tribüne geldiklerinde hayatları boyunca imtina ile yaklaştıkları erkeklerin en saf halini görürler. O karşılarında şekilden şekle giren erkeklerin aslında ne kadar çocuksu veya tam tersi kaba olabileceğini anlarlar. Hayat boyu, direkt olmasa bile “herkesle konuşma, doğru otur doğru kalk, erkelerle çok samimi olma” telkinini bir şekilde yemişlerdir ve tribün, o kadar erkeğin içinde istedikleri gibi davranıp minimum tepki çekecekleri belki de yegâne yerdir.

Tribünde başlayan ilişki açık başlar, düzgün devam eder ve etrafımızda çokça görmeye başladığımız gibi mutlu biter…

Son sözüm şudur ki sevgili *bayanlar…o beğenmediğiniz, kaba bulduğunuz bira göbekli erkeklerin bile ne kadar sevimli olabileceğini tahmin edemezsiniz..o yüzden ben Futbolla bu kadar içli dışlı olan İngiliz Kadınlarının bu şekilde düşünmesini beklerim..ama dedim ya CR7 biraz bozdu bizim hipotezi…

Not: Eklediğim fotodaki hatun kişiler muhtemelen o hareketi Fener’e çekiyorlar! ama olsundur, küfür edecekse böylesi etsin…


*Gene bayan dedim, kız milletinin bu bayan lafına neden uyuz olduğunuz anlayana kadar da demeye devam edeceğimJ

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Biz Yanlış Maç mı İzledik?

İlk 15 dakika dışında Beşiktaş baskı koyamamış.
İlk yarı kale önü pozisyonları birbirine yakın, hatta Fenerbahçe'ninkiler daha fazla.
İkinci yarı BJK doğru dürüst orta sahayı geçememiş.


Buna rağmen: "BJK daha iyi oynayan taraftı" diyen arkadaşlarımız var.

Vallahi helal olsun....

İki takımında çok eksiği var, bu köprülerin altından daha çok sular akar. Bu maçlara göre yorum yapmak yanlıştır. Fakat olaya başka bir açıdan bakalım. Fenerbahçe Türkiye Kupası Finalindeki futbolundan daha iyi oynamadı. Kalesinde Babacan olsaydı o maçtaki gibi bir skor işten bile değildi. İki takım da şu görüntüsüyle üzerine koyamamış. Beşiktaş biraz defansif olarak güçlenmiş, sadece bu....

Fenerbahçe bu finali oynamayı haketmedi fakat kupayı hakederek aldı...

bu aşamada bundan fazlasını söylemek abesle iştigaldir.
Ve Turkcell Süper Lig artık başlasın...

Hakedilmeyen Final, Tövbe Bozan Maç ve Nihayet Kupa...


Herhalde Atatürk Olimpiyat Stadı tecrübesi yaşayan bir çok futbolsever, bir daha o kahrı belaya uğramayacağına dair yeminler etmiştir.

Bizim de gidişimiz anlık bir kararla oldu aslında. Üzerinde biraz daha düşünseydik muhtemelen vazgeçecektik gitmekten. İnternetten biletler bir anda alınınca kendimizi pazar sabahı sarı lacivertler içinde bulduk.

Otopark sticker'i(ne demekse!) bitmişti, ama bir risk alıp gittik stadyuma. Ne de olsa burası Türkiye, Cialdi'nin kıtlık ilkesi varsa bizim de karaborsacılarımız var!

Neyse ki fazla zorlanmadan girdik stada. Tabi Biletix'in yaşattığı rezaletler başlı başına bir yazı konusudur o ayrı.

Stada girer girmez Vip tribününe atlamamız, devre arasında protokole inip açık büfe yemeklerden tatmamız, hatta aldığımız kadeh şaraplar ve biralarla tribünde gayet Dolce Vita bir temaşa içerisinde olmamız, daha kupayı kaldırmadan bizi mutlu etmeye yetti. Şaka maka bu maçı elimde şarap kadehiyle Alex penaltısı izlediğim maç olarak tarihe not düşüyorum. Hatta Nuri'nin açık büfeden yemek tırtıklarken Mahmut Özgener ile göz göze gelmesi var ki..Adam muhtemelen bizi bu stada mahkum etmişliğin mahcubiyetiyle bir şey söyleyemedi. Yoksa Allah muhafaza aynı hareketi Saraçoğlu'nda yaparken Aziz'e yakalansan bir daha seni Kadıköy sınırları içerisine sokturmaz.


Herşeye rağmen saat 12:30 gibi Bostancı'daki evimde oldum ki, bu o saatte biten bir Olimpiyat Stadı maçı için gayet makul. Sahi bu maç neden Pazar günü oynandı? Cumartesi oynansa daha mı az adam gelirdi ki...Zaten tribünlerin yarısı Almancılarla doluydu, onlara her gün Pazar (Morrissey is God!!!)


Maça gelecek olursak:


* Bjk şampiyonluk fiyakası ile sahaya çıktı, amaç: ilk dakikalarda önde basayım araya bir tane sıkıştırayımdı. Bu Fenerbahçe'ye karşı geçmiş yıllarda çok tutan bir taktik olsa da bu sefer işe yaramadı ve oyun dengelendi.


*Bjk klasik bir Denizli takımı...orta sahada sıkı adam markajı yaptıran kaç TD kaldı acaba modern futbolda? Eğer biraz daha yaratıcı olmazlarsa içerideki maçlarda çok sıkıntı çekerler, ama BJK nin CL deki geçmiş başırısızlıkları yaşamayacağınıu düşünüyorum.


*Bize Alexbahçe derlerdi, Bjk de Yusuftaş olmuş! Denizli, transfer ihtiyacını yöneticilerinin gözüne sokmak için Fener'in başına en büyük bela olan adamı çıkartıp bitmiş Nihat'ı aldı oyuna. Senin bu yaptığını Aragones yapmaz diye hesap sorarlar vallahi.


*Yeni Brezilya'lı transferler için konuşmak erken. Sorumluluk almaları için zamana ihtiyaçları var.


*Bir şey açık ki bu takım Kazım'la Deivid'le bir yere gidemez. Tez elden tempolu bir Mehmet Topuz'un takıma monte edilmesi lazım.


*Alex rezil oynadığı bir maçta maçın adamı seçildi ya..bu adama "uyurgezer dahi" diyenler doğru söylemiş. Hem uyuyor hem uyutuyor, ama gemisini de yürütüyor.


Sabah boğazda kahvaltı, öğlen DVD keyfi, akşamüstü Kanatçı Haydar, gece de kupa ...Allah İngilizlerden razı olsun diyor ve Selami Şahin'den Fenerbahçe ve futbol için dinliyoruz:


Sen yoksan herşey eksik, sen varsan herşey tamam. Neyim varsa alıp götürsünler benden, paylaşmaya hazırım inan. Yalnız seni paylaşamam.....