30 Ağustos 2010 Pazartesi

Original Clup Kadıköy


Hani her hobisi olanın bu doğrultuda bir Nirvana'sı vardır ya. Ne bileyim, ben yapmasam da, dağcılıkla uğraşan birinin hep tırmanmak istediği bir tepe olur düşlerinde. Ya da kayak yapan birinin hep kaymak istediği bir pist.İşte kenarından köşesinden iki futbol deplasmanına gitmiş adamın hayalidir Yunanistan deplasmanı...

Malum, bu son PAOK maçına kadar Türk Taraftarları hiç Yunanistan'a gidemiyordu. Bu maç ile bir başlangıç verildi (iyi mi oldu kötü mü tartışılır!). Kuranın çekilmesiyle beraber kafamızdaki bütün taşları yerlerine oturttuk. Hazır can arkadaşımız Atina'lı Seda'nın (Roma'lı Perihan gibi oldu ama idare edin)içten davetlerini de alayazıyorken, bu fırsatı kaçırmayalım dedik...

Vize hakkına nail olmak! aşamasında yaşadıklarımızı uzun uzadıya yazmayalım. Zaten herkesin kenarından köşesinden bildiği mevzular bunlar. Herşeyi planlayıp Perşembe sabahı tribün arkadaşlarımla Selanik'e gidecek otobüse konuşlandığımızda kafamızda bazı sıkıntılar vardı haliyle. Uzun uzun cümleler kurmaya üşendiğimden, malum bayağı uzun zamandır da yazmıyorum, gene madde madde gidelim.

* 2 maçtaki de Fenerbahçe taraftarı profili kendi takımımdan soğumama sebep oldu. Gs ve Bjk nin avrupa kupalarındaki rakiplerini desteklemenin ülkemde ayıp olmasıdır aslında bu patavatsızlığın temeli. Klup maçlarında ne milliyetçiliği ulan! Yunanistan'a savaşa gider gibi giden, Türkiye'deki maçı milli maça çeviren, tribünde anıra anıra kuran okuyup tezahurat yapmaya çalışan, abuk subuk Atatürk pankartları hazırlayan sonra Yunanlılar içeri sokmayınca mazLumu oynayan ve 2 maçta da yaratıcılık adına hiçbir şey yapmayıp (tribün jargonunda mantara bağlayan)nasıl taraftar olunur dersi alan profilden bahsediyorum.

* Selanik güzel ve sevimli bir yer. Çok az vakit geçirdim ama, ne kadar kassan da, öyle ağzını açık bırakacak bir atraksiyonu yok gibi. Maçtan sonra, niş tribün ortamımı kaçarayak terketmeme müteakip, binlerce PAOK lu kardeşimizin arasında beni Atina'ya götürecek değerli AEK'li arkadaşlarımı beklerken Yusuf Yusuf atmadım değil hani. Tam bana karşı bakışlar değişiyorken bir el çekti beni kalabalığın arasından. Hani yıllar sonra sorsalar Selanik'in nesini bilirsin diye, herhalde o ışıklı dörtyol ağzını söylerim. Bir de beni kurtaran o irice arkadaşı. Neyse bir şekil Atina'ya yola koyulduk otobandan... Yanındakiler kimdi derseniz cevabım yok...(bu Yunan isimleri uzun ve zor, hatırlamıyorum...)

* Maç sonu tribünü terketmem de ayrı bir meseleydi. Normalde polis, milliyetçilik damarı tavan yapmış bizi stadda alıkoyacaktı. Baktım bitime 2 dakika kala İzmir'den gelen yaşlı amca ve teyzemiz stadı terkediyor, aynen yanaştım yanlarına. Polis beni Selanik'teki kayınço zannetmiş olsa gerek, benim de onlarla çıkmama izin verdi. Sonra çocukları aradım ve bir önceki maddede yazdıklarım...

* Atina'yı 3 gün kadar gezme şansım oldu. Her gidenin söylediği gibi öyle fazla numarası olan bir yer değil. Geçen sene yaşanan büyük isyanın etkileri hala gözüküyor. Sokaklarında Türkiye'den sonra bu kadar polis olan başka bir ülke görmedim. Bizim Seda'nın Atina Günleri ise stressiz ve güzel gözüküyor. İyi insanlar, rahat ortam ve durağan bir yaşam. Bana sıkıcı gelir belki ama o seçtiği hayattan mutlu gibi.Bizim tribünün %90 ından daha delikanlı AEK'li bir kocası var (Makis! onun adını biliyorum Neden? kısa çünkü...). Eğer bu satırları okursa ona bir şey itiraf edeceğim:

Seda, Makis'e havalimanı yolunda Makedonya mevzusunu bilerek açtım. Hani anarşist söylemlerle bizim tribünü biraz milliyetçilikle itham etti ya...(haklıydı orası ayrı mevzu)..herkesin milliyetçilik damarının tutacağı bir mevzu var hattızatında...biz birbirimizi bilelim yeter..ayrıca teşekkürler...

* Bu AEK Original'dan arkadaşların beni Atina'da Küçükarmutlu muadili mekanlara götürmeleri unutulmazdı. İddia ediyorum oralara giren yegane Türk turistlerden biriyimdir. Daha ayrıntılı yazmayayım zira sevmiyorlar bu internet ortamlarını. Ayıp olmasın efem...

* OOOO AEKara, exo trelaaaa.....