6 Ekim 2010 Çarşamba

Suat (II)

Suat Pazar sabahı uyandığında henüz herkes yataktaydı. Normalde bu saatlerde kalktığında kahvaltılık bir şeyler alırdı. Saat 09:15, Aysel ve Petek’in uyanmasına daha çok var. Biraz dolaşmak iyi gelebilirdi. Paltosunu giydi ve dışarı çıktı. Apartmanın kapısını açtığı an şubat soğuğunu yüzünde tokat gibi hissetmişti. Sokakta saatlerce tek başına yürümek…Küçükken kendiyle baş başa kalmak için tek şansı buydu. Artık bunun yerini, köprü trafiğinde geçirdiği zamanın aldığını fark etti. Tek farkla, arabadayken hep kötü şeyleri düşünüyordu, yürümek ise mutluluktu. Uzun zamandır tek başına yürümediğini düşünürken, evinden 100 metre bile uzaklaşmamıştı ki, telefonunun çaldığını duydu.

-Suat, fırına mı çıktın? Gelirken süt de alır mısın?

Aysel normalde bu saatte asla kalkmazdı. Kapı sesini duyunca meraktan aramıştı. Suat’ın yalnız yürüme hayalleri başlamadan bitti.

Eve döndüğünde Aysel’in suratında bu kadar erken uyandırılmanın memnuniyetsizliğini gördü.

-Hayırdır, hiç bu kadar erken kalkmazdın. Hasta mısın yoksa?

Aysel de, her kadın gibi, en ufak bir sıkıntıyı hissedebiliyordu. Uykusunun kaçtığını, Cuma günkü toplantının kafasına takılığını söyledi. Pazar kahvaltıları Aysel için önemliydi, suratındaki ifadeyi değiştirip masaya oturdu. Kahvaltıdan sonra Aysel yeni aldığı cep telefonunun sunumunu yaptı. Çok pahalı olduğu belliydi. Suat, öncekine göre ne farkı olduğunu sorma gereği hissetti.

-Kamerası var Suat. Görmüyor musun?

Suat fotoğraf makinası ile cep telefonunun bir arada olması durumuna şaşkınlıkla baktı. Gerçekten kafasında oturtamamıştı. Ne gerek vardı ki! Aysel’e düşüncesini belli etmedi. Böyle lükse kaçan alışverilerde , Aysel’in kendisinden bağımsız malum bir bütçesi vardır. Ailesi hayat boyu her istediğini almış kızlarının “mağdur” duruma düşmesini istemezdi tabi. Suat, karısı adına sevindiğini söyledi ve Petek ile oynamaya koyuldu.

Öğle saatlerine doğru sabahki erken kalkma miskinlik olarak geri dönmüştü. Aysel ve Petek, her Pazar yaptıkları gibi, bir köşeye kıvrılmış uyuyorlardı. Suat tekrar yürüyüşe çıkmayı düşündüyse de bundan vazgeçti. İçinde tarif edebildiği ama üzerine düşünmek istemediği bir sıkıntı vardı. Kendi başına bir şeyler yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. Hatta bunun nasıl bir şey olduğunu dahi unutmuştu. Haftanın bu saatlerinde gazete okur TV de bir şeyler var mı diye bakardı. Yapmadı. Yatak odasına gitti ve Aysel’in kulağına eğildi.

-Aysel…Aysel….

-Hııı….

-Ben arabaya antifriz almaya gidiyorum. Önümüzdeki hafta çok soğuk olacakmış.

-Hıı…tamam.

Suat aynı gün ikinci defa evden ayrılmak üzere giyindi. Dış kapıya doğru yönelmişken karısının sesini duydu.

-Suat! Akşama babamlara davetliyiz biliyorsun. Fazla geç kalma istersen.

Suat bu programı unutmuştu. Birden içindeki sıkıntının daha da arttığını hissetti.

---

Arabasına Süpermarketin otoparkında bir yer bulabildiğinde çok mutlu olmuştu. Pazar günlerinin o devasa karmaşasının bir dışa vurumuydu bu mekânlar. Yapacak hiçbir şey bulamayan insanların, kendilerini tatmin ettikleri dövüş arenalarına benziyordu. Böyle yerlerde saatlerce alışveriş yapan birini kameraya çekip sonra izlettirsen, ne kadar da iğrenirdi kendini kaybetmesinden.

Çok da ihtiyacı olmadığı antifrizi hiç aramadan buldu Suat. Koskoca alışveriş arabasına koyduğu kutu, tek başına komik durmasın diye, Petek’e de abur cubur bir şeyler aldı. Yaklaşık 10 dakikadır şuursuzca dolanıyordu. Kendine itiraf etmek istemese de o eski arkadaşını görebilmekti niyeti. Hatta kendisinden özür dilemek, eski günleri yâd etmek hevesindeydi. Eskiden Erman ve diğer arkadaşları evine sık sık gelirdi. Amcası en başta o gruptan memnuniyetsizliğini açıkça belli etse de, bir süre sonra muhabbete katılır, bizzat kendi anılarını anlatmaya başlardı. “Siz bilmezsiniz çocuklar, sene 1949... Şimdiki Çırağan Otel’in olduğu yer var ya…”. Suat bugün baktığında o zamanki arkadaşlıklarının kendisine çok şey kattığını görüyordu. Şirkette kendini diğer çalışanlardan ayıran bütün o özellikleri, hep o yıllardan kalmaydı. Kimseden korkmazdı, hazırcevaptı ve düşündüğünü söylerdi. Artık her yerde görmeye başladığı çıtkırıldım erkeklerden biri asla değildi. Bu tarz insanları da sevmezdi. Şirketteki en büyük kavgalarını insan kaynakları bölümü ile verir, onların kendi departmanına layık gördüğü adayların çoğunu reddederdi. İşe alım sırasında adaylara sorduğu sorular bütün şirkette anlatılır, şaşkınlıkla karşılanırdı. “Beş sene sonra kendini nerede görüyorsun” Suat için en anlamsızı buydu. İnsanlar yarın ne olacağını bilemezken beş sene sonrasını sorgulayarak karara varmaya çalışmak ne komikti. O hep “3 sene önce bu zamanlar, neler yapıyordun?” diye sorardı. Önemli olan bugünlere nasıl gelindiğiydi Suat için. Zaten gelecek beraber yaşanacaktı. Kendisine bu şirkete ilk girdiğinde o soru sorulmuş olsaydı muhtemelen alınacak cevapla kapıdan dahi içeri sokulmayacaktı. Ama şu an şirketin üst düzey bir müdürüydü işte. Kendisi gibi saplantılar yaşamış insanları severdi. Bir şeye körü körüne bağlanmayı göze almış, aklını emanet edebilmiş adamlarda kendini bulurdu. Bir keresinde iş başvurusu yapan biri, formdaki üyesi olunan sosyal organizasyonlar kısmına “Michael Jackson Fan Kulübü” yazmıştı. Suat bu finans uzmanı adayını görüşmeye çağırmış, çocuğun bir gün M. Jackson ile tanışma hayallerini, Türkiye’deki konserine bütün ısrarlarına rağmen babasının nasıl göndermediğini, fotoğraf koleksiyonunu, uzun uzun anlattırmıştı. İnsan kaynakları müdürü çocuğu gülerek dinlemişti. Nasıl olsa bu pozisyon için hayalperest bir yeniyetmeyi işe almayacaktı. Daha olgun birine ihtiyacı vardı. Suat o çocuk için ısrar etti, karşısındaki direnişe rağmen işe aldırdı. Genel müdür bunun sebebini sorduğunda “Bu kadar alakasız bir şeye bu şekilde karşılıksız bağlanabilen birisi, ya işine de böyle bağlanırsa?” diye cevap verdi. Herkesin 3 kuruş fazla maaş için arkasına bakmadan şirket değiştirdiği bir sektörde böyle saplantılı gence ihtiyaçları olduğu konusunda amirini ikna etti. O günden beri o çocuk yanındaydı. Herkesin saygısını kazanmış, Suat’ın güvendiği bir çalışan olmuştu. Suat bazen ona keyifle Michael Jackson’u sorardı. Çocuğun yüzü kızarırdı, belli ki kimsenin onunla dalga geçmediği bir ortamda, saplantısını daha da sahiplenmek yerine onu sorgulama fırsatını bulmuş, hırsını kariyerine kanalize etmişti.

Erman ortalarda gözükmüyordu. Süpermarketin her köşesine bakmış ama onu bulamamıştı. Bu işi, tekrar hasbelkader bir karşılaşmaymış gibi kotaramayacağını anladı. Market çalışanlarına sordu. Erman’ın bakım müdürü olduğu, büyük bir arıza çıkmadığı sürece Pazar günleri çalışmadığı, kendisini hafta içi genel merkezde bulabileceği söylendi. Suat, Erman’ı bir raf işçisi zannederken aldığı cevapla şaşırmıştı. Bir kez daha kendinden utandı. Ne fark ederdi ki…. Vay be Erman! Eskiden de becerikliydin zaten...

---

-Petek’i hangi okula göndermeyi düşünüyorsunuz Suat?

Kayınpederinin bu sorusu, her zaman olduğu gibi, netti. Hikâyeden hoşlanmaz, direk konuya girilmesini isterdi. Suat, Moda tarafındaki bir kolejden bahsetti. Kayınpeder, öğretmenleri ve okulun koşullarını sorgulayıp sorgulamadığını sordu. Daha sonra bir ahbabının Kalamış’taki okulundan bahsetmeye başladı. Anlaşılmıştı, Petek Kalamış’taki okula gidecekti. Suat; Aysel’in de, her zaman yaptığı gibi, babasını destekleyen tavırlarını görünce konuyu uzatma gereği duymadı. Yemekler yenilip, oturma odasında havadan sudan birkaç muhabbet yapıldıktan sonra Suat ve ailesi kalkmak için izin istedi.

Petek arka koltukta uyuyakalmıştı. Bütün gece herkesin ilgi odağı olup şımartılmak onu yormuştu. Aysel, üstü komşularıyla ilgili bir şeyler anlatıyor, Suat hiç ilgilenmese de konuşulanlara basit yorumlar yapıyordu. Sonra bir an, sabahtan beri içindeki sıkıntı kursağından geçerek kelimelere döküldü.



-Aysel, ben Petek ile maça gitmek istiyorum.

Konuşmasının böyle bıçak gibi kesilmesine alışkın olmadığından, Aysel bir süre durakladı.

-Ne maçı? Anlamadım?

-Şirketteki arkadaşlar her hafta çocuklarıyla maça gidiyor. Ben de onlara özendim. Çocuk hep evde, hem bana hem ona değişiklik olur.

-Suat, 5 yaşındaki kız çocuğu bu soğukta maça mı götürülür!

-Statların üstü kapalı. İyice de giydiririz. Numaralı yerde oturacağız, istersen sen de gelebilirsin. Çocuk seneye okula başlayacak alışsın kalabalık ortamlara.

Aysel, Suat’ın bu kararlı konuşması karşısında şoke olmuştu. Anlamsız bulduğu bir şeyle karşı karşıyaydı. Anlık bir şey olduğunu düşündü ve konuyu uzatmadı. Suat ne Aysel’in maça geleceğini ne de Petek’i göndereceğini zaten biliyordu. Niyeti kendi başına gitmekti ve Aysel’i gitmek istediği yerin gerçekten stadyum olduğuna ikna edebilmek için, Petek’e ihtiyacı vardı.



İkisi de o akşam bir daha hiç konuşmadılar.

Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder