Futbolun Kıssadan Hissesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Futbolun Kıssadan Hissesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2011 Salı

Şimdi,Değerli Alkışlarınızla... Fecaaaaaaat!!!


Hepimizin başına gelmiştir muhakkak, hani eğlence adı altında bir yere toplanırsın ama o aşamaya kadar binlerce sıkıcı rutinle muhatap olursun.

Şirket yılbaşı kutlaması yapar, adı üzerinde kutlamadır, insanlar bütün senenin sıkıntılarını atmak için kurtlarını dökecektir ama genel müdür konuşmadan hiçbir şey başlamaz. Bir belediye konserine gitmişsindir, illaki başkan mikrofonu eline alır saatlerce kendini över. Uluslararası bir spor organizasyonuna ev sahipliği yapmışsındır, organizasyondan sorumlu yetkili iki kelam etmeden haşa takımlar sahaya bile çıkamaz.

Benim eğlenmeye başlamam için neden senin konuşma yapman lazım arkadaş! diye kimse sormaz, soramaz…

Klasik bir geri kalmışlık göstergesidir yukarıda örneklediklerimiz.

Çünkü bu; patron olsun, genel müdür olsun, başkan olsun bütün iktidar sahiplerinin vermek istediği mesajın güçlü bir tezahürüdür: “Burada bulunma sebebiniz benim, dolayısıyla beni dinleyeceksiniz”.

Yıllardır kapısında yattığım stadyum yıkılacak. Üzüntülüyüm çünkü anılarım var, sevinmişim, üzülmüşüm, yeri gelmiş aileme, sevgilime tercih etmişim orayı. Şimdi bambaşka bir mekanda kucaklayacağım takımımı. Sabah en sevdiğim formamı, kaşkolumu takmışım. Takımın bu stada ilk çıktığı anki alkışın ve coşkunun bir parçası olmak için tribündeyim.

Ve fakat…

- Şimdi bir konuşma yapmak üzere TOKi Başkanı….

-Stadın yapımında çok emeği geçen Başbakanımızı kürsüye….

Bakın oradaki problemin tamamı esasında AKP’ye tepki falan değildir. Oraya Gandi Kemal’i de aynı şartlarla çıkarsaydınız, o da yuhalanırdı. Tabii ki o tuvalet bekçisi yapmayacağım TOKİ Başkanının konuşmaları etkili olmuştur ama kimse o motivasyonda devlet erkanının konuşmasını çekmez, çünkü onların vermeye çalıştığı yukarıda belirttiğim mesaj, hala endüstriyelleşmeye direnmeye çalışan taraftara sökmez.

Kömür, buzdolabı dağıtarak halkı meydanlara toplayan çokbilmişlerin, aslında halktan ne kadar uzak olduğunu gösteren bir tavırdır bu. Hiç kimse demez mi Başbakana bu konuşmayı yapmasın! Bu kadar siyasi şov yapılmak isteniyorsa yaparsın bir maç günü bülteni, koyarsın RTE’nin fotoğrafını da konuşmasını da. Vatandaş en fazla uçak yapar sahaya atar. Bakınız koltuğa serer üzerine oturur demiyorum, zira stadyum yeni, koltuklar gıcır. Yoksa başbakanımızın olduğu sayfaya mabadını yerleştirmeyi teklif etmek ne haddimize!

Türkiye’de ne kadar AKP’li varsa GS tribünlerinde de o kadar var. Galatasaray taraftarı AKP karşıtı falan değildir, sadece zevzekliğe karşı çıkmıştır. Lefter’i Fenerbahçeli milli kaleci zanneden ve utanmadan bunu söyleyen CHP başkanı da bu kafayla iktidarda olsaydı, gene o konuşmayı yapmaya çıkardı ve aynı tepkiyi görürdü.

Hiç merak etmeyin! Şu yeni tribün yasası çıksın, bütün tribünler koyuna dönsün, futbolun ruhunu bilmeyen miting koyunları statları doldursun bu protestolardan eser kalmayacaktır. Daha önceki yazımızda belirtmeye çalıştığımız, ama çok sevdiklerimizin dahi anlamayıp tepki gösterdiği yazıda da anlatmaya çalıştığım buydu zaten.

O yasa Cumartesi günü yuhalayanları temizleyecek tribünden ve günün anlam ve önemi hakkında birkaç söz söylemek isteyen badem bıyıklıları dinlemeye devam edeceğiz statlarda.

Stadın yapımı, Galatasaray’a tahsis edilmesi ile ilgili takımdaşlarımın bazı yorumlarına da katılmıyorum. Devletin görevi milletin saadetidir. Üç büyükleri desteklemek (Trabzonspor demiyorum dikkat), halkı mutlu etmektir. O stada harcanan paraya gelene kadar kafayı takacak daha çok şey var bu ülkede. TT Arena’da organize edilebilecek bir CL Finali veya bir milletlerarası şampiyona bütün o masrafları siler, üzerine bu ülkeyi kara geçirir (İstanbullu otel sahiplerine sorunuz, son yıllarda en büyük ciroyu ne zaman yaptılar?).

Ha ona yapıldı neden bize yapılmıyor…. Geçeceksin, herkese yapılmıştır benzer kıyaklar. Ayrıca Galatasaray ASY’yi bırakarak dönüm noktası niteliğinde bir hata yapmıştır bana göre.

Söz uçar yazı kalır, biz buradayız bekleriz…

4 Ocak 2011 Salı

Sizi Yasa Korur!


Futbol nasıl bir spordur sizce?


Ben ve benim gibilerin yıllardır endüstriyel futbola ettiği küfürler size ne ifade ediyor? Tribünlerin bir klasik konser sahnesi, taraftarların da müşteri olarak görülmeye çalışılmasıyla neden bu kadar mücadele ediyoruz? Neden, her ortamda futboldan nefret ettiğini söylese de, milli maçlarda Kuruçeşme Arena’ya toplanıp piyasa yapan güruhtan haz etmiyoruz?

Madem taraftarlık adı altında boş işlerle uğraşıp, fanatiklik yapıyoruz, madem çok akıllı insanlar olmamıza rağmen hayatımızı heba ediyoruz, neden bizimle iletişim kurmak için futbolu kullanıyorsunuz? Taraf olmak bu kadar iğrençse neden bunları bizimle paylaşıyorsunuz, neden her yerde sizi görüyoruz, neden işinize gelince bizden bile daha çok sahip çıkıyorsunuz?

Aslında meselenin temelinde Beyaz Türk şımarıklığı yatıyor.

Hani on yaşındaki oğluna ipad alıp, kapalı kapılar arkasında her türlü rezil siteye girmesine müsaade eden ama futbol maçından çıkışta mikrofonlara “Bu ne küfür yahu, çoluğumuzla çocuğumuzla maça gelmeye utandık” demeçleri veren şımarıklık. Hani o oğlunun maçta duyduklarının, okulda internette öğrendiklerinin yanında, romantik komedi kalacağını bilemeyen andavallık.

Bizim de onlara edecek lafımız var:

Gözünüz aydın yasa çıkıyor… Artık küfür eden de, ayakta maç izleyip görüşünüz engelleyen de, bir koltuğa üç kişi oturup sizi sıkıştıran da, hatta internette menfi yorum yapan da ceza alacak. Ne mutlu size! Artık karınız ve çocuğunuzla rahatça tribüne gidebilecek, tiyatro tadında maç izleyebilecek, store lardan alışveriş yapabilecek, ertesi gün işyerindeki yuppie arkadaşlarınızla cahilce futbol yorumlayabileceksiniz.

Siz anlamak istemiyorsunuz ama biz gene de hatırlatalım:

• Futbol halkın sporudur, golf muamelesi yapılamaz. Dünyanın en refah ülkesine dahi gitseniz arka mahallerin duvarlarına, parklardaki oturma banklarına, metrodaki tabelalara kazınmıştır taraf olma olgusu. Çünkü oportünist olmayanların dünyasında; sporda da, siyasette de, aşkta da taraf olmak bir onur meselesidir.

• Tribünde küfür edilir, orası muhallebi çocuklarına göre değildir. Her kahvehanesinde, her meyhanesinde hatta meclisinde bile Allahın günü küfür edilen bir ülkede sadece tribünlerde küfür varmış muamelesi yapmak cahilliktir. Bu alemde küfür; bir Can Yücel’in, bir de taraftarın ağzına yakışır.

• Bir toplumda şiddet varsa o futbolun suçu değildir. Gözaltında işkencede ölen demokratların, eylem yapıyor diye tekme yiyerek çocuğunu kaybeden annelerin, töre cinayetine kurban giden kızların, ramazanda oruç tutmuyor diye linç edilen gençlerin yaşadığı ülkede, U 17 maçında 3 tane çocuğun dövülmesinin sorumlusunu sadece tribün kültüründe aramak göz boyamadır ve adaletsizdir.

Türkiye neyse, tribünler odur. Bu gerçeğin farkına varamazsanız,  ülkenin kaymağını yiyen lümpenlerin ekmeğine yağ sürersiniz. Hayatı İstanbul-Çeşme-Antalya üçgenin de geçen, doğu kökenli birisiyle aynı ortamda bile bulunmaktan imtina eden, ama yeri geldiği zaman kolpadan milliyetçilik bölünmezlik zırvaları kusan mantığa başka bir şekilde hizmet edersiniz.

Bu kültürü inkar etmek, bu ülkeyi inkar etmektir!

Bu insanların futbol tribünlerinde kendilerine bir konfor alanı yaratmaması için çok mücadele ettik ama başaramadık.

Bu son yasayla kendi zaferlerini ilan edecekler.

Ama sizin o seyrettiğiniz futbol değil başka bir saçmalık olacak...Bizim gibiler, gene bir yerlerde sizden uzak, kendi bildikleri gibi sevecekler o armayı...

Bertaraf olmaktan bir an bile korkmayarak hem de...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Original Clup Kadıköy


Hani her hobisi olanın bu doğrultuda bir Nirvana'sı vardır ya. Ne bileyim, ben yapmasam da, dağcılıkla uğraşan birinin hep tırmanmak istediği bir tepe olur düşlerinde. Ya da kayak yapan birinin hep kaymak istediği bir pist.İşte kenarından köşesinden iki futbol deplasmanına gitmiş adamın hayalidir Yunanistan deplasmanı...

Malum, bu son PAOK maçına kadar Türk Taraftarları hiç Yunanistan'a gidemiyordu. Bu maç ile bir başlangıç verildi (iyi mi oldu kötü mü tartışılır!). Kuranın çekilmesiyle beraber kafamızdaki bütün taşları yerlerine oturttuk. Hazır can arkadaşımız Atina'lı Seda'nın (Roma'lı Perihan gibi oldu ama idare edin)içten davetlerini de alayazıyorken, bu fırsatı kaçırmayalım dedik...

Vize hakkına nail olmak! aşamasında yaşadıklarımızı uzun uzadıya yazmayalım. Zaten herkesin kenarından köşesinden bildiği mevzular bunlar. Herşeyi planlayıp Perşembe sabahı tribün arkadaşlarımla Selanik'e gidecek otobüse konuşlandığımızda kafamızda bazı sıkıntılar vardı haliyle. Uzun uzun cümleler kurmaya üşendiğimden, malum bayağı uzun zamandır da yazmıyorum, gene madde madde gidelim.

* 2 maçtaki de Fenerbahçe taraftarı profili kendi takımımdan soğumama sebep oldu. Gs ve Bjk nin avrupa kupalarındaki rakiplerini desteklemenin ülkemde ayıp olmasıdır aslında bu patavatsızlığın temeli. Klup maçlarında ne milliyetçiliği ulan! Yunanistan'a savaşa gider gibi giden, Türkiye'deki maçı milli maça çeviren, tribünde anıra anıra kuran okuyup tezahurat yapmaya çalışan, abuk subuk Atatürk pankartları hazırlayan sonra Yunanlılar içeri sokmayınca mazLumu oynayan ve 2 maçta da yaratıcılık adına hiçbir şey yapmayıp (tribün jargonunda mantara bağlayan)nasıl taraftar olunur dersi alan profilden bahsediyorum.

* Selanik güzel ve sevimli bir yer. Çok az vakit geçirdim ama, ne kadar kassan da, öyle ağzını açık bırakacak bir atraksiyonu yok gibi. Maçtan sonra, niş tribün ortamımı kaçarayak terketmeme müteakip, binlerce PAOK lu kardeşimizin arasında beni Atina'ya götürecek değerli AEK'li arkadaşlarımı beklerken Yusuf Yusuf atmadım değil hani. Tam bana karşı bakışlar değişiyorken bir el çekti beni kalabalığın arasından. Hani yıllar sonra sorsalar Selanik'in nesini bilirsin diye, herhalde o ışıklı dörtyol ağzını söylerim. Bir de beni kurtaran o irice arkadaşı. Neyse bir şekil Atina'ya yola koyulduk otobandan... Yanındakiler kimdi derseniz cevabım yok...(bu Yunan isimleri uzun ve zor, hatırlamıyorum...)

* Maç sonu tribünü terketmem de ayrı bir meseleydi. Normalde polis, milliyetçilik damarı tavan yapmış bizi stadda alıkoyacaktı. Baktım bitime 2 dakika kala İzmir'den gelen yaşlı amca ve teyzemiz stadı terkediyor, aynen yanaştım yanlarına. Polis beni Selanik'teki kayınço zannetmiş olsa gerek, benim de onlarla çıkmama izin verdi. Sonra çocukları aradım ve bir önceki maddede yazdıklarım...

* Atina'yı 3 gün kadar gezme şansım oldu. Her gidenin söylediği gibi öyle fazla numarası olan bir yer değil. Geçen sene yaşanan büyük isyanın etkileri hala gözüküyor. Sokaklarında Türkiye'den sonra bu kadar polis olan başka bir ülke görmedim. Bizim Seda'nın Atina Günleri ise stressiz ve güzel gözüküyor. İyi insanlar, rahat ortam ve durağan bir yaşam. Bana sıkıcı gelir belki ama o seçtiği hayattan mutlu gibi.Bizim tribünün %90 ından daha delikanlı AEK'li bir kocası var (Makis! onun adını biliyorum Neden? kısa çünkü...). Eğer bu satırları okursa ona bir şey itiraf edeceğim:

Seda, Makis'e havalimanı yolunda Makedonya mevzusunu bilerek açtım. Hani anarşist söylemlerle bizim tribünü biraz milliyetçilikle itham etti ya...(haklıydı orası ayrı mevzu)..herkesin milliyetçilik damarının tutacağı bir mevzu var hattızatında...biz birbirimizi bilelim yeter..ayrıca teşekkürler...

* Bu AEK Original'dan arkadaşların beni Atina'da Küçükarmutlu muadili mekanlara götürmeleri unutulmazdı. İddia ediyorum oralara giren yegane Türk turistlerden biriyimdir. Daha ayrıntılı yazmayayım zira sevmiyorlar bu internet ortamlarını. Ayıp olmasın efem...

* OOOO AEKara, exo trelaaaa.....

17 Şubat 2010 Çarşamba

Fink



Fink'in BJK'nin resmi internet sitesine verdiği röportajdan parçalar....

Beşiktaş’ta forma giymek nasıl bir duygu? Eğitim durumun hakkında bilgi verir misin? Alışveriş yapmayı sever misin? İstanbul’da en çok nereyi beğendin. Türkiye’de İstanbul dışında başka bir şehir gezdin mi?
Müge

Beşiktaş forması giymek benim için çok güzel bir duygu. İlk maçımı da Fenerbahçe karşısında oynamıştım Süper Kupa için. O maçta giydiğim formayı saklıyorum.



Fenerbahçe’ye attığın gol sonrasında neler hissettin?
Hilmi, Volkan Erdoğan, Sergen Yıldız, Sercan Aslan

Her açıdan mükemmel bir goldü. Takımıma galibiyet golünü kazandırdım, taraftarları sevindirdim. Ayrıca annem, babam ve kardeşim bu maçı izlemek için gelmişlerdi. Maç öncesi annem, gol atacağımı tahmin ettiğini söylemişti. Benim için mükemmel bir andı.


Futbol hayatın boyunca en beğendiğin gol hangisiydi?
Gökhan Şişman

Birçok kez gol attım. Ama Fenerbahçe’ye attığım gol hem çok güzeldi hem anlamı büyüktü. Almanya’da da buna benzer goller attım. Hatırladığım üç tane gol var ki, bunların arasından Nürnberg’e attığım gol de değerlidir benim için.


Ne gol atmışsın be arkadaş....Bir Alman'ı sevindirdik ya..eşinin dostunun hayır duasıyla sırtımız yere gelmez...

Benim Fink'e tavsiyem, Türkiye kariyeri süresinde içinde Fenerbahçe adı geçmeyen anıları da tecrübe edinmesidir.

Yarın bir gün Almanya'da eşin dostun sorar da "ne yaptın oralarda diye", böyle cevaplar verirsen istemeden fahri elçimiz olursun...

Bir de Carew vardı böyle, sabah akşam Fenerbahçe'den bahsederdi..O da gol atmıştı bize..

Peeey peeey...

4 Ocak 2010 Pazartesi

2 Husus...


* Şimdi efendim, çoğumuz bir yerlerde çalışıyoruz. Hepimizin malumu olduğu üzere, iş akdimizi uzaltmak veya bitirmek işverenimizin tasarrufundadır. İstifa tek taraflı bir müessesedir, fakat ortada bir sözleşme varsa bütün hak karşı taraftadır. Sen zamanında bayıla bayıla sözleşme imzalarken o opsiyon maddesini oraya koyduruyorsun. Şimdi de işine gelmeyince etrafı ajite ediyorsun. Orada bir opsiyon maddesi varsa tabi ki bu klubün insiyatifinde olacak. Klüp sana sormak veya danışmak zorunda değil. Sen hangi hakla koskoca Fenerbahçe'yi mahkemeye verirsin densiz. Yıllardır senin ağlamalarından bıktık, git başka takıma da ne olduğunu herkes görsün. Şut atamazsın, adam geçemezsin, topa vuramazsın. Tek yapabildiğin takımın bütün gücüyle yüklendiği anlarda son vuruş yapabilmek. İlk 11 çıktığın hangi maçta iyi oynadın? veya hangi golü 0'dan yarattın?

Semih Şentürk benim için bitmiştir. Fenerbahçe'de büyük camiaysa bu resti görür, o sözleşmeyi uzatır sonra da Semih'i 1 sene kadro dışı bırakır.

* Galatasaray 90 lı yıllarında başında Feldkamp'ın başa geçmesiyle bir futbol kültürünü kendine ilke edindi. Şampiyon olamadıkları, Avrupa'da başarısız oldukları yıllarda bile Türkiye'nin en fazla koşan, mücadele eden takımı oldular. Öyle bir havaları vardı ki, Ayhan denen ruhsuz adamı bile bir savaşçıya döndürdüler. Ben Galatasaray'a gelip de mücadele gücübü arttırmayan futbolcu hatırlamıyorum. Tabi bu hırs çoğunlukla sahada agresiflik ve terbiyesizliğe de yol açtı ama bu konulara girmeyelim.Bu yüzdendir ki, Galatasaray diğer büyük 2 rakibi gibi kötü olduğu sezonlarda dahi madara olacak durumlara düşmedi. Çünkü takımın kimyasında savaşcılık hep vardı.

Benim gördüğüm FR bu mantaliteyi değiştirmek için elinden geleni yapıyor. Takımı total futbol oynatacağım hesabına eli belinde gezen adamlarla doldurmak niyetinde. Bu, bir Fenerbahçeli olarak beni mutlu ediyor, çünkü Galatasarayı son 20 yıldır Türkiyenin en başarılı takımı yapan anlayış tarih olmak üzere..

Şu lig başlasın artık....

25 Aralık 2009 Cuma

YBSG!


Eğer; içine kapanık kendi dünyasında yaşayan birisiysem, takıntılarım varsa, pimpirikli ve sinirliysem, güvensiz yahut sevgisizsem, bilin ki 2006 14 Mayıs'ının bunda çok etkisi vardır. 30 yıllık hayatımda Futbol, tribün ve hatta spor adına neye inanıyorsam bir kısmını o gün Denizli'de bıraktım.Doğumgünümden 1 gün sonra gördüklerim "ulan bunca yıl ne kumpasların peşinden koşuyormuşuz" diye düşündürüp herşeyden tiksindirmişti beni. Evet, o gün Denizli Tribünlerindeydim ve o andan itibaren o şehirden de, takımından da, taraftarından da nefret ediyorum.

Bunlar nerden mi aklıma geldi...O günün baş kahramanı!, esasoğlanı! Selçuk Dereli (Bana göre Türk Futbolun gördüğü en karaktersiz ve şerefsiz insandır)bugün bir gazeteye açıklamalarda bulunmuş.

Bkz. ne demiş:

‘Eleştirilere gülüyorum’
“Bu eleştirilere gülüyorum. Sahaya atılan yabancı maddeler iki takım taraftarlarından geldi. Amaç maçın diğer karşılaşmalardan sonra bitmesini sağlamaktı. Oyun kuralları gereği maçı tatil etme yetkim yoktu. Appiah son dakika yakaladığı pozisyonu gole çevirebilse bunlar konuşulacak mıydı? Benden bu maçı tatil etmemi bekleyenler, Fenerbahçe-Galatasaray maçında yaşananları gördükten sonra aynı duyguları taşıdılar mı?”


Şimdi iyi dinle Selçuk Efendi:

1-) Dünya'da değil 16 dakika, 1 saat durup devam eden de onlarca maç vardır. Bazı çokbilmişlerin konuyu buradan yakalamaya çalıştığını da görüyoruz. Fakat sorarım sana, dünya maç oynanmakta iken en az 10 defa seyirci müdahalesi ile durmasına rağmen oynatılan maç var mıdır? Bu sorunun cevabını verebiliyorsan ver veremiyorsan geyik yapma.

2-) O gün ben de staddaydım. Maç oynanırken, Fenerbahçe Tribününden sahaya en ufak bir müdahale olmadı. Aksini iddia edeni allah çarpar!

3-) Fenerbahçe- Galatasaray Maçında, karşılaşma devam ederken, Keita nın yüzüne nereden geldiği muaama olan nesne dışında bir olay oldu mu?

4-) Kendimi bildim bileli maç izlerim, hakemlerin her zaman maç iptaline yetkisi vardır. Sen bu milleti salak mı zannediyorsun!

Keşke Appiah o golü atsaydı da bu durumlara düşmeseydim diye geceleri dualar ettiğin açık. Senden değil hakem, adam bile olmaz.Ne demiş şair, Hakkın sillesi sessiz olur!
umarım bunlar iyi günlerin olur.

Sabah sabah sinir stres sahibi oldum yahu!



Not: Ekteki foto, rahmetli Mehmet Sucu'nun 2006 yılında "Denizli tribünlerinden Fenerbahçeli Manzaraları" adlı çalışmasına aittir. O gün gerçekten çok üzülmüştü. Bana bir gazeteci gözüyle saatlerce o gün tribündeki taraftarların tepkilerini, psikolojilerini anlatmıştı.

17 Aralık 2009 Perşembe

Daha Çok Tartışacaksınız


Evet, çünkü hiçbiriniz kuralı tam bilmiyorsunuz (Ben de bilmiyorum ama en azından ukalalık da yapmıyorum).
Daha önce bunu defalarca söyledim, Galatasaray maçında topun üzerinden atlayan Carlos'un niyeti neydi Hıncal Efendi?
Bu kuralı yorumlaması ve artık kimsenin itiraz etmeyeceği bir kalıba koyması gereken kaleci kökenli spor adamlarıdır, gerisi geyik muhabbetidir!
Bu işler azıcık geometri bilgisi olanların bile tutarsızlığını anlayacağı Pierolarla olmaz.

Son Söz: Carlos'un ayrılması herkes açısından faydalı oldu. Ben bütün eleştirilere rağmen Fenerbahçe'ye iyi hizmet verdiğini düşünüyorum. Böyle önemli adamlarla tatlı ayrılmak önemlidir, yolun açık olsun...

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2009/12/17/aktif_alanda_pasif_ofsayt_olmaz

7 Aralık 2009 Pazartesi

Galatasaray'ın Yediği Gol ve Bir Çift Kelam

* Son yazımda parmak pastığım konuyu tekrarlıyorum. Galatasaray'ın yediği gol, Fenerbahçe'nin GS'ye attığı ilk gole iptal edilmeli diyen ulemaların düşünce mantığına göre, net ofsayttır. Şut kaleye çıkarıldığı an en az 2 adet İBB li oyuncu ofsayt durumundadır. Bu futbolcular kalecinin görüş açısını kapatmak sureti ile pozisyona müdahil olmuşlardır, tevekkeli o kadar yavaş giden bir top gol olmuştur. Tekrar ediyorum: bu pasif ofsayt hususunu ülkemizde kimse net bilmiyor!!! Herkes kafasına göre anlatıyor.

* Edep Ya HÜ! önce kendi takımına bakacaksın sonra hakemlere laf edeceksin Aziz Efendi. Ayrıca son maçta yaşananlar Selçuk Dereli'nin BJK yarı final maçında yaptığı gibi bariz hak yeme değildi. O maçta iyi oynadın ama hakem sana kaybettirdi. Peki bu maçta ne yaptın? Maçtan sonra hakeme hak ettiğin lafı da etmiştin, helali hoş olsun (bkz kokart). Ama, bu maçta hakem demek ayıptır günahtır.

* Bu hakem olayları çok sıktı.Futbolcu olmak istemiş yeteneği yetmemiş, eğitim durumu belli olmayan, ne olduğu belirsiz bu adamlar kompleksleri doğrultusunda bu spordan rol çalmaya çalışıyorlar. Onları ne kadar çok konuşursak o kadar daha ön plana çıkmaya çalışacaklar. Hakem kavramı futbolun bir parçası olamaz, insanı zaaflar sebebiyle bu spora monte edilmiştir sadece.

* Dos Santos bir maç bek oynasa da ne olduğunu görsek. Zİra benim artık dayanacak mecalim kalmadı.

* Şu takıma brezilya ekolu geldiğinden beri çizgiye inen kanat oyuncusuna hasret kaldım. Topu alan içeriye kat ediyor arkadaş! Feenrbahçe maç içerisinde parmakla sayılacak kadar az orta yapıyor. Brezilya ligini izleyince bu futbola şaşırmıyorsun. Aynı temposuzluk, aynı kalitesizlik!

* Aykut Kocaman, bu ülkede bir ilki yapmış spor adamıdır. Diğer futbolcuların terbiyesizlik ve eğlencede sınrı tanımayacağı, uzun yıllardan sonra gelen bir şampiyonluk anında, takımdan uzaklaştırmak pahasına empati yapmıştır. Bu davranışı; adına "centilmen, efendi" gibi payeleri takılan futbolculardan hiç birisi yapamadı ve muhtemelen de de yapamayacak. Bu akşam ki basın açıklamasından sonra bir kez daha ona hayran kaldım. Bravo Aykut! adam kavramının ayaklara düştüğü bu aleme güneş gibi doğdun. Birileri gelir, dünyayı değiştirir... inanıyorum ki o birisi Fenerbahçe için sensin!

* Keita hakkındaki düşüncelerim bakidir.Bana göre dağınık ve yetersiz bir futbolcudur. Kendisini Youla ya benzetiyorum, küçük takım futbolcusu...

* Şu Avrupa Ligi kurası çekilse de 2 deplasman kovalasak...

* Fenerbahçe Trabzon'u deplasmanda yenecek, KeCe demişti dersiniz...

11 Kasım 2009 Çarşamba

Football vs Soccer



Son zamanlarda USA'daki futbol olgusuna takmış durumdayım. Tabi burda futbol diye kastedilen, yeni dünyadakilerin Soccer diye adlandırdığı canımız kanımız ciğerimiz...

Dün Facebook ta Amerikalıların kendi aralarında bu sporu tartıştığı bir grup buldum ve saatlerce duvar yazılarını okudum. "Soccer Sucks" adı verilen bu güzide grupta insanlar ikiye ayrılmış durumda.

İlk grup; Amerikan şahinleri dediğimiz, soccer ı kız sporu olarak gören, bu sporu yapmak için hiç bir yeteneğe sahip olmaya gerek olmadığını iddia eden, sadece retarded (özürlü) insanların futbolu sevebileceğini savunan insanlar. Özellikle taktıkları hususlar; maçların sıkıcı ve kısır geçmesi (beraberlik olgusu ve 0-0 gibi skorlarları dimağları almıyor) ve darbe alan futbolcuların kızlar gibi saatlerce yerlerde sürünmesi. Anlayacağınız bu iri bebelere, futbol kız sporu gibi geliyor. Hatta bütün futbolculara faggot (.bne) yakıştırması yapmaktan bile geri kalmayanlar var.

Futbolu savunanlar ise, malumunuz olduğu üzere, ülkede yaşayan göçmenler. Bizim de hemen aklımıza gelen argümanları alt alta koyup bu saldırıları püskürtüyorlar. Olay bir yerden sonra "futbolcular da erkektir, yeteneklidir"'i savunma ezikliğine gitmiş olsa da çatır çatır cevap veriyorlar.

Yukarıda iki grubun da birbirlerine bok atmak için gruba koyduğu fotolardan beni eğlendiren 2 tanesini görebilirsiniz.


Yazarın Notu:

Amerika'lıların futbola "soccer" demesi umurumda değil.
Onların bu sporu sevmemesi, önemsememesi ,ki aksine orada yaşayanlardan müthiş bir altyapı yatırımı yaptıkları haberlerini alıyorum, her futbolseverin işine gelir.

Zira formül açıktır.

(zenci veya hispanic)+ varoş = İyi Futbolcu

Bunların hepsi USA'da fazlasıyla var. Ayrıca emparyalist düşünce ve başarıya giden her yol mübahtır mantığıda bu topraklarda doğmuş.
Dua edin bu adamlar futbolu sevmesin yoksa işin bütün tadı kaçar...

Ancaaaaak, duvar yazılarını okurken bazı şahısların baseball un futboldan daha güzel, daha erkek, daha yetenek isteyen bir spor olduğunu iddia etmesi beni bile isyan ettirdi. Bunun üzerine bir kızcağız roller derby diye bir "sporu" övmüş ki ilk defa duyuyorum (bu spor ile ilgili videoları youtube dan izleyiniz lütfen). Bir an gruba üye olup aklıma geleni yazmak geldi içimden. Sonra baktım redneck ler futbolu savunan gurbetçi kardeşlerimizin dilbilgisi ile dalga geçiyorlar, kendimizi maskara etmeyelim 70 kelimelik İngilizcemizle diye geri durdum.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Previously on TSL...


· Fenerbahçe son 3 sezondur oyun temposunu kaybetmiş bir takım görünümündeydi, şimdi de bunun sıkıntısını yaşıyor. Takıma yeni isimler de girse hala Deivid, Alex gibi ruhsuzlar, R. Carlos gibi bırakın gideyim cilerle antreman yapılıyor. En önemlisi de şu: ne yazık ki takımda çok mücadele etmenin forma giymek için yeterli olmadığı anlaşılmış durumda. Bununla beraber takım sezon başında iyi çalıştı. Ben 2-3 haftaya gerekli temponun kazanılacağını düşünüyorum.

· Galatasaray ile ilgili sezon başı tahminlerim malumunuzdur. Ben 4-3-3 dizilişi ile takımın çok ters mağlubiyetler alabileceğini iddia etmiştim, tutmadı. Zira GS o dizilişle oynamıyor. Ben geçen seneki futbolla bu seneki arasında bir fark göremiyorum. Aynen sezona bu şekilde fırtına gibi girmişlerdi.

· Medya FR’yi yıkayıp yağlamak için yarış halinde, fakat ben kendisinin takıma kattığı pozitif bir şeyi henüz göremedim.

· Temposuz denilen FB, açık ara ligin en fazla gol pozisyonuna giren takımı. Bir de iyi oynasa ?


· Ben herkesin müthiş dediği Keita’yı hiç beğenmiyorum. Bir kere ayağındaki topların çoğunu rakibe atıyor. Attığı bir iki çalımla herkesi tav etti ama gerisi yok. Bence topu taşıması gereken adam Arda’dır. Keita Arda’dan rol çalmaya devam ederse bu takımı çok kötü etkiler. Olay çalım atmaksa Hasan Şaş’ın ne suçu vardı?

· Fenerbahçe taraftarını bile ikiye bölen hususta hangi tarafta olduğum nettir. Evet ben de Guiza’yı santrafor olarak istemiyorum ama alternatif Semih ise her zaman İspanyolu tercih ederim. Futbol her geçen gün değişiyor. Mesela top class takımların Ömer Üründül gibi futbol cahili TD leri olmadığı için Luca Toni, Yakubu tarzı forvetler hep yedek oturuyor. Hakan Şükür bile bugünün modern futbolunda yeri olmayan bir futbolcu tipi. Artık takımlar hücum hatlarında oyun kurucu özellikleri olan, arkaya sarkabilen, hareketli oyuncuları tercih ediyorlar. Bir müdafa oyuncusu olduğunuzu düşünün. Arkasına geçip orta sahaya kadar ittirebildiğiniz, hantal ve driplingi olmayan Semih ile mi oynamak istersiniz yoksa her şeye rağmen pozisyon bilgisi çok iyi olan, sinsi, tek hat üzerinde oynayabilen Guiza ile mi? Bakınız açık söyleyeyim, bugün TSL de, Guizayı oynattığını sürece hiçbir rakip stoper oyuna giremez. Hatta orta sahaya destek verip alan daraltamaz. Her an Guiza’yı arkama kaçırırım korkusuyla bütün maç ı diken üzerinde geçirir. Guiza’nın beceriksiz olduğunu kabul ediyorum. Daha iyi bir forvet oyuncusunu ben de isterdim. Fakat Semih, bu oyun yapısı ile rakip sahaya yerleşip yüklenen takımların son dakika golcüsü olmaktan öteye gidemez.
Bir soru: BJK maçına hangi futbolcuyla çıksanız futbolcusundan taraftarına rakip camiayı sevindirirsiniz?

· Yukarıda yaptığım yorumlar Nonda için de geçerlidir. Ne kadar gol atarsa atsın GS’nin forveti Milan Baros’tur. Nonda da son dakika golcülüğünden bir adım öteye gidemez.

· Leo Franco henüz şöyle bir kontra top yemedi. Şimdilik kaleci şansı iyi gidiyor. Bir hata da yapmadı. Fakat hala ne olduğu belli değil. Volkan ise bu sene müthiş gidiyor. Verdiği kilolar sayesinde daha da hızlanmış.

· Mehmet Yılmaz çok çalışkan bir oyuncu. Başta Fenerbahçe olmak üzere büyük takımlara da golleri var. Değeri bilinememiş işini yapmaya çalışan bir futbol emekçisi profili. TS’li Gökhan’dan hatta Nobre den kötü bir oyuncu mu? Bence değil….

· İstanbul BŞB…bir düşsen de kurtulsak….Seninle beraber tarikatçı TD’nin de tarih olmasını istiyorum…evet istiyorum…

16 Eylül 2009 Çarşamba

1....


Yanlış bilmiyorsam bu sene BJK’nin kazandığı resmi maç sayısı bu….

Bir takım bu kadar kendini parçaladığı bir maçta, bir tane kale önü tehlikesi bile yaratamıyor ise üzerine düşünmek lazım.
GS ve ManU da aynı taktikle başarıya ulaştılar. 3. Bölgede BJK ye istediği kadar pas yaptırıp rakiplerini iyi oynuyor gibi gösterdiler. Beşiktaş; kadrosunda Guiza gibi alan değiştiren, defansın arkasına sarkan hareketli bir ileri uç oyuncusu olmadığı (başka bir deyişle herkes Semih gibi ayağına top istediği) ve hatta başta Yusuf olmak üzere takımın uzaktan şut ile alakası olmadığı için, maç içerisinde yarım pozisyona bile giremedi.

Beşiktaş’ın bu maç ile ilgili tek tesellisi, ManU forvetinin beceriksizliği ve Rooney’in formsuzluğudur. Ha! Bir de eğer golü daha erken yeselerdi “ çok iyi oynadık, yenildik ama ezilmedik” edebiyatı da tarih olurdu.

Son söz de Türkiye’nin “en iyi” taraftarı olan çarşı’ya. Takım hala gol atamamışken, ManU cayır cayır üzerlerine gelirken Dale tezahuratına başlamak gerçekten müthiş bir destek biçimiydi. Beşiktaş taraftarı masturbasyon yaparak İnönü’yü cennet bahçesine çevirmeye devam ederse, son yıllarda derbilerde en başarısız takım olma üzerine daha çok kafa patlatır.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Avrupaaaa Yakasııııı




Baktım blog aleminde A versus B yazıları çok revaçta, ben de bildiğim bir konu üzerine kalem oynatayım dedim. Yıllardır iki stada da maça giden birisi olarak karşılaştırmalı Sami Yen-İnönü deplasman analizini bilgi ve görüşlerinize sunarım efem.

Ulaşım

İki stadın da kendine göre kolaylığı mevcuttur.
Ali Sami Yen Deplasmanında toplanma yeri Fulya’dır. Ulaşımı zordur. O bölgedeki bütün otobüs hatları Mecidiyeköy merkezli çalıştığı ve etrafta deniz namına bir şey olmadığı için özel arabayla gidilmesi en mantıklı iştir. Bununla beraber park edecek sayısız yer bulabildiğinden maç çıkışı sorun yaşanmaz. Ayrıca oyun parkında, benzin istasyonundan aldığın biraları içmek suretiyle maç saatini beklemek gayet eğlencelidir. Stada 500 metre uzakta olmana rağmen etrafta bir tane numunelik Galatasaraylı göremezsin. Bir takım taraftarının kendi stadının dibindeki bir bölgeyi bu şekilde kayıtsız şartsız deplasman takımına bırakması da ilginçtir. Bu başıboşluk Ortaklar Caddesinin ortalarına kadar devam eder. Elini kolunu sallaya sallaya girer ve çıkarsın.

İnönü’de toplanma organizasyonu Anadolu yakasından başlar. Otopark sorunu sebebiyle özel araba alternatifi zayıf olduğundan, büyük oranda deniz yolu ile geçilir. Bu özelliğiyle FB-BJK derbileri şahsına münhasır bir hal alır*.

Bundan sonraki aşama FB taraftarı için bir zulümdür. Eğer üzerinizde taraftar olduğunuza dair en ufak bir ibare varsa polis tarafından çember içine anılıp zorla stada giden otobüslere bindirilirsiniz. Bu şekilde sıcak altında saatlerce bekletildiğimi bilirim. Atkıyı bayrağı gömüp stada kendi başına gitmek en mantıklı iştir.

İnönü maç çıkışlarında hep aynı terane vardır. Taraftar polis kordonu eşliğinde yürütülerek zorla karşıya geçen vapurlara bindirilmeye çalışılır (Aynı şeyin BJK taraftarı için de yapıldığını duydum)Nice Koçyiğitlerin polise laf anlatmaya çalışarak helak olduğuna şahidim. “Ben Bakırköy’de oturuyorum neden vapura bineyim!” dersin Polis “ bana verilen emir bu” der. Diyalog uzadıkça uzar, sonunda kolluk kuvveti ikna olur. Herkes sağ salim evine dağılır. Ben Anadolu yakasında oturduğum için, polise yavşak yavşak “abiii Üsküdara giden vapur var mı??” diye sormuşluğumda vardır ama o kısmı karıştırmayın.

Stada Giriş
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden… !!
Fulya’dan Sami Yen’e giden yol yaklaşık 45 derecelik eğim ihtiva eder (aka Devebağırtan Yokuşu). Bu kabir azabı tadındaki yürüyüş esnasında, 2 defa polis kontrolünden geçersin. Bu yetmezmiş gibi “yeni!” Yapılan Sami Yen açığına girmek için 1 metre genişliğinde, 50 metre uzunluğunda ve aynı şekilde 60 derecelik eğimde bir metal bir merdivene tırmanarak tribün kapısına ulaşırsın. Benim anlamadığım Gs yönetimi neden stadın arkasındaki o araziye bir toprak dolgu yapmaz bir beton dökmez yıllardır? Ayrıca son maça gitmedim ama öncesine kadar Gs misafir takım tribün girişinde turnike yoktu. Hurra nın kralı oluyordu. Bunu da dipnot tadında ekleyeyim…

İnönü’de aynı şekilde bütün taraftar tarihi betonarme bir merdiven üzerinden stada girer. Giriş nispeten rahattır, zaten İnönü eski açığı tarihi eser olduğu için çivi bile çakılması yasaktır. Bu sebepten BJK yönetimine kızılmaz. Zaten stada girdiğin yerin etrafı komple BJK taraftarı olduğu için sıra beklemek de eğlencelidir.

Stadyum
İnönü stadı, konum olarak güzel olmakla beraber, yeni düzenleme ile daha bir futbol stadyumu halini almıştır. Fakat tribünleri ters eğimlidir. Deplasman taraftarını iki ayrı yere yerleştirmek şekliyle bozmaya çalışırlar.. Kendi taraftarlarının olduğu tarafa sadece küçük bir WC koydukları için maç içerisinde su yoluna gitmek 15 dakikadan fazla alabilir. Görüş nettir. Işıklandırma güzeldir, çimler pırıl pırıl gözükür.

Ali Sami Yen akustiği ve yapısıyla daha bir futbol stadıdır. Tribünleri stadın üzerine çöker. Kasvetli bir havası vardır. Stadın ve Mecidiyeköy’ün konumu sebebiyle mütemadiyen bir sis bulutu görülür. Kapalı tribünü dizayn eden mimarı dünyadaki bütün yeni futbol stadı inşaatlarında çalıştırmak lazım (tabi hala yaşıyorsa). O nasıl bir akustiktir öyle!

Taraftar&Ambians
Beşiktaş taraftarı bütün tezahürat yaratıcılığına rağmen, bana göre, iyi bir futbol taraftarı değildir. Sağlam bağırırlar doğru. Fakat maçı forse etmede çok kötüdürler. Çoğu zaman maçtan koparlar. Anlık tepkiler koyamazlar. Ayrıca bütün desibel efsanelerine rağmen deplasman seyircisinin konumlandığı yerden sesleri hiç duyulmaz. Zamanında bu sorunu mikrofon ile çözmeye çalıştılar ama tarafımızdan makaraya maruz kalınca vazgeçtiler. Diğer 3 tribünü de battal olduğundan ki bence bu bir stadyum için çok büyük dezavantajdır, bütün maç kendi kendi başına rahatça bağırırsın. Tribün kontralarını hissetmediğin için moralin bozulmaz. Fenerbahçe taraftarı en büyük makaralarını bu yüzden İnönü’de yapmıştır. Bununla beraber Beşiktaş seyircisi görsel olarak Eskişehir taraftarının bile gerisindedir. Doğru düzgün yaptıkları bir karton organizasyonu yoktur. Maç öncesi kendi takımını motive etme konusunda çok yetersizdirler. Ayrıca tezahürat konusundaki yaratıcılıkları pankart konusunda sergileyemezler. Rakip takım seyircisini bozan bir pankart açtıkları gözükmemiştir.

GS seyircisi, stadlarındaki müthiş akustiği de arkasına alıp, maç içersinde doğru tepkiler vererek oyunu domine eder. Bağıran taraftar sayısı İnönü’dekinin 10 da 1’i olmasına rağmen güzel ses çıkar. Pankartlar ve showlar rakibin sinirini bozacak şekildedir. Kapalı dışındaki tribünler İnönü’ndekilere göre daha aktiftir.

Bu karşılaştırmaya eklenecek çok şey olacaktır. Benim aklıma gelenler bunlar. Diğer takım taraftarlarının bizim stadyum hakkında düşünceleri okumak da benim açımdan ilginç olacaktır.


* Dünyada taraftarların deniz yoluyla birbirlerinin maçlarına gittiği başka büyük derbi var mı acaba??? Bir ulemaya danışmak lazım, ya da tek olayı yabancı sitelerdeki haberleri Türkçeye çevirmek olan bir takım blog yazarlarına sorarız. Belki yardımcı olurlar.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Biz Yanlış Maç mı İzledik?

İlk 15 dakika dışında Beşiktaş baskı koyamamış.
İlk yarı kale önü pozisyonları birbirine yakın, hatta Fenerbahçe'ninkiler daha fazla.
İkinci yarı BJK doğru dürüst orta sahayı geçememiş.


Buna rağmen: "BJK daha iyi oynayan taraftı" diyen arkadaşlarımız var.

Vallahi helal olsun....

İki takımında çok eksiği var, bu köprülerin altından daha çok sular akar. Bu maçlara göre yorum yapmak yanlıştır. Fakat olaya başka bir açıdan bakalım. Fenerbahçe Türkiye Kupası Finalindeki futbolundan daha iyi oynamadı. Kalesinde Babacan olsaydı o maçtaki gibi bir skor işten bile değildi. İki takım da şu görüntüsüyle üzerine koyamamış. Beşiktaş biraz defansif olarak güçlenmiş, sadece bu....

Fenerbahçe bu finali oynamayı haketmedi fakat kupayı hakederek aldı...

bu aşamada bundan fazlasını söylemek abesle iştigaldir.
Ve Turkcell Süper Lig artık başlasın...

26 Temmuz 2009 Pazar

Ne 4-3-3 müş..!


İddia:

Galatasaray bu mantıkla yönetilmeye devam etsin ilk 10 haftada lige havlu atacaktır.


Özet:

Ne bitmez geyikmiş bu 4-3-3. Kurban olduğum Türk Futbolunda her 5 senede bir aynı teraneyi dinlemek zorundayız sanki. Benim "Zeman Sendromu" dediğim bu gaza gelmelerin taraftarı hala bu kadar heyecanlandırdığını görmek ne kadar komik! Neymiş efendim, Galatasaray Barca gibi oynayacakmış, hep hücum düşünülecekmiş mişmiş de mişmiş....Yahu aklı evveller!, FJ'nin bu organizasyonu yapabilmesi için en az 3 sene uğraşması lazım. Sizin Barca dediğiniz takım 1990 yılından beri aynı sistemle oynuyor. Adamlar sırf bu sistemi devam ettirebilsin diye (evet bunun adı teknik direktörlük değil, memur zihniyeti ile sistem devam ettirmektir) kendi camialarından deneyimsiz adamları başa getiriyorlar. Barca'da başarılı olmak, teknik direktörlük yetileri ile ilgili değildir, insani ilişkilerle ilgilidir. Hiç aklınıza gelmedi mi CL şampiyonu takımın hocası FJ'yi bir allahın takımının neden istemediği?

Ayrıca 4-3-3 oynayabilmek için; savunma hattından santraforuna kadar oyunun içinde olan, futbolu çift yönlü oynayan, çok sağlam kondisyonu olan bir takıma ihtiyacınız vardır. Yani bu oyun; Servet ve Gökhan Zan gibi kazmalarla, Hakan Balta gibi orta sahayı geçmeye korkan beklerle, Mehmet Topal gibi 2 metreye pas atamayan ön liberolarla, Kewell gibi 15 dakikalık starlarla (Andy Warhol'un kulakları çınlasın), Keita gibi takım oyunuyla alakası olmayan pırpırlarla OY-NA-NA-MAZ!


Ne Olur ?:

İddiamızda da belirttiğimiz gibi kötü sonuçların akabinde, Hagi'nin temellerini attığı, Gerets'in geliştirdiği mis gibi sisteme dönülür. O zaman FJ ye ne gerek vardı diyenler olacaktır, umarım bu kendine gelme Galatasaray camiası için iş işten geçmeden olur. Zira, FJ kariyerinde hiç bir teknik beceri gösterememiş bir teknik direktördür. Tek övündüğü şey Messi'yi kendisinin keşfettiğidir. Gerçekten de öyle bir futbol fakirini keşfedif, onu geliştirip bu seviyelere getirmek büyük bir olaydır!


4-3-3 Demiştin Hacı?:

Galatasaray oynayamaz...Mevcut durumda bu sisteme en uygun kadro Fenerbahçe'dedir. Daum'un mağlup duruma düştüğü maçlarda işi nasıl abarttığını biliyoruz. İzleyelim görelim....


21 Temmuz 2009 Salı

Düzen ve İlerleme...


Şimdi, ilk olarak bazı şeyleri hatırlatmakta fayda var. Brezilya Milli Takım Kadrosu oluşturulurken hiç kimsenin değiştiremeyeceği ritüeller vardır. Mesela, dünyanın mevkisinde en iyi 21 tane oyuncusu Avrupa'da oynayan Brezilya'lılar olsa bile, kesinlikle bütün kadro o futbolculardan oluşturulmaz. Başka bir deyişle Brezilya milli takımının, Brezilya Liginde oynayan futbolcular kontenjanı vardır. Bir örnek vermek gerekirse Cesar Sampaio 1998 Dünya Kupasında fırtına gibi esmiş bir kardeşimiz olmasına rağmen, hayatı boyunca hiç bir Avrupa klubünde oynayamayan vasat bir Brezilya Ligi oyuncusudur. Bahis ettiğimiz kontenjandan kadroya girip sivrilmiştir, ama o kadroda babamda oynayacağından hiçbir klübe kendini kakalayamamıştır( sanırım Japon takımları yemi yutmuş...). Yeri gelmişken söyleyeyim, kendisi final gecesinden önce Ronaldo'ya ilk tıbbi müdahaleyi yapan şahıs olarak da belleklere kazınmıştır.


Bu yazdıklarım, gecenin bir yarısı yeni transferlerimiz FBTV'de açıklanırken aklıma geldi. Adlarını bile duymadığım 2 tane futbolcu bu sene Fenerbahçe'de ter dökecek. Santos denen kavruk delikanlıyı överken, Konfederasyon kupasında Milli Takımın sol beki olduğundan dem vuruluyor. E zaten amaç ta bu be babacım... adamlar bu şekilde, her turnuvada birini cilalılyorlar. Kleberson'u ne çabuk unuttuk!

Öteki arkadaşın adını bile duymadığımdan bir yorum yapamayacağım. Fakat, bunu söylemek acı da olsa, 2 futbolcu da Maldonado'dan kariyerli değil. Daum, Fabiano'yu ilk getirdiğinde de Youtube'dan ne görüntülerini izlemiştik. Dolayısıyla önümüze sunulan her gol görselini göz ardı edelim ve kurt hocanın başka bir Nobre yakaladığı düşüncesiyle kendimizi avutalım.


Esas konum bu değildi, uzun zamandır yazmamanın gazıyla biraz fazla uzattım.Şimdi size bir soru:


Türkiyede'ki büyük takımların en son ne zaman tövbesinin tuttuğuna şahit oldunuz? Hangi takım prensipleri doğrultusunda bir karar alıp, her ne olursa olsun uygulayabildi? Gönül verdiğiniz takım yöneticilerinin kaç defa söylediklerini yuttuklarına şahit oldunuz?


Neymiş takımda Brezilyalı sayısı azaltılacakmış, ruhsuz oluyorlarmış, çete oluşturuyorlarmış..mış mış.....


Sonuç??


Diğer ülkeden olan oyuncuları da yollayıp yerlerine Brezilyalı aldınız...ne oldu o kadar rüzgar?


Brezilya konsolosluğunda bizdeki kadar Brezilya'lı çalışmıyodur yahu! eminim yakında orada da sırf Fenerbahçe'li futbolculara bakan özel bir departman açarlar.


Uzun lafın kısası, bu sezon başında da Aziz Yıldırım'dan masallar dinledik...bu futbolcuların menejerin de Figer olduğu yarın bir gün ortaya çıkar, hikaye tamamlanır.