Sevmiyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sevmiyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2010 Salı

HAVET!



Son günlerde bütün iletişim organlarında referendum teranesini dinlemekten tek sıkılan ben değilimdir sanırım. Hayatımız boyunca; bizi futbol fanatikliğiyle suçlayan, bir takımın peşinden bu kadar koşulur mu diyen, taraf olmayı gereksizlik, rakip görmeyi eziklik bilen insanların, körü körüne destekleme hususunda bizi kat be kat aştıklarını eğlenerek izliyorum.

Mübalağa etmiyorum, şu an kutuplaşanlar takım fanatikliğinin bir adım gerisinde değil. Herkes, kendini bir tarafı savunmak zorunda hissettiği için, neferlik yapmakta. Bu çığırtkanların çoğunun referendum maddelerine hakim olduğuna bile inanmıyorum. Şu an okuduğunuz yazıyı referenduma 6 gün kala yazmakta olan kulunuz, hala nereye oy atacağına karar vermemiş durumda. Dolayısıyla ben bu satırları yazarken sesli düşüneceğim. Birçoğunun yapmak istemediği şekliyle, konuya tarafsız bakmaya çalışıyorum. Çünkü ben parti borazanı değilim, kayıtsız şartsız hiçbir oluşuma teslim olmam. İrdeler, kararımı öyle veririm. Bir kişinin veya oluşumun her zaman doğru kararlar vereceğini iddia etmek, Atatürk'ün Beşiktaş'lı olduğunu iddia etmek kadar komik ve tutarsızdır çünkü.

İlk olarak, ben bu parti atışmalarını fabrika patronu-sendika çekişmelerine benzetiyorum. Görünürde 2 taraf var, fakat değişmeyen gerçek aşikar. Bir taraf muktedir öteki taraf hizmetli!. CHP öyle bir siyaset güdüyor ki sanırsın asla iktidar olmak gibi bir niyeti veya umudu yok. Durmadan, bu referanduma evet çıkarsa, hükümetin devletin bazı kanallarını ele geçireceğini ve bunun da AKP nin "malum" hedeflerine ulaşması için son darbeyi vuracağını söylüyor. Behey basiretsizler! 2 sene sonra genel seçim var, sen iktidar ol sen kullan o kanalları da 8 senedir eleştirdiğin düzeni paramparça et! Referendum bütün bu hakları AKP ye bağlamıyor ki, iktidar partisine bağlıyor. Bu ne ezikliktir bu ne mağlubiyeti kabullenmektir! Adamın biraz gururu olur. BJK bile bıraktı "nasıl olsa 2 büyüğün yanında yer alamıyorum bari ezilene yatıp prim yapayım" stratejisini. Adamlar Q7'yi aldı, CHP hala Kamer Genç ile gol yollarında etkili olmaya çalışıyor.

Şimdi buna şu şekilde cevap verenler olacaktır "Hayır diyenler ülke menfaatini ve demokrasiyi ön planda tutuyorlar". Güler geçerim. Bu ülkede; CHP nin belediyelerde ve devlet idarelerinde yaptığı kadrolaşma ve adam kayırma rekorunu, herhalde uzun yıllar hiçbir parti kıramaz (Bu yazdıklarımı; uydurmuyor, bizzat devletle iş yapan birisi olarak gözlemlediğim için söylüyorum).

Ayrıca; ister demokrasi deyin ister kuvvetler ayrılığı, bu kavramları iktidardan ayırabilmiş hatta ayırmayı istemiş, modern batı dünyası dahil, hiçbir düzen yoktur olamaz da. Bize anlatılan şehir efsanelerini bir kenara koyarsak, batı toplumunda da (özellikle USA'da) yargının hükümet politikalarına hizmet ettiği aşikardır. Zaten batıda, bizi uyutmak için anlatılagelen demokrasi kavramından eser yoktur. Zira o çok özendirilen medeni topraklarda; çatıdan Türk Bayrakları indirilir, cami minareleri yıkılır, başka ırktan olanlara pislik muamelesi yapılması vaka i adiyedir. O yüzden açık konuşmakta fayda var; eskiden yargı asker ve savcı insiyatifiyle taraflıydı, artık iktidar insiyatifiyle taraflı olacak. Giren çıkan hep vatandaşa olacağı için bu hususta ahkam kesmenin beyhude olacağını düşünüyorum. Ayrıca tutarlı olmakta fayda var, şu an iktidarda AKP yerine "Süper Atatürk'çü ve laik" bir parti 8 yıllık saltanat sürmüş olsaydı, o Facebook ta her allahın günü HAYIR'lı görsellerle kafa şişiren sıkıcı insanlar, aynı maddeler için bayıla bayıla evet tercihini destekleyeceklerdi. Zaten esas da budur, anayasa particilikten ve siyasetten bağımsız olmalıdır. Doğru, iktidarda kimin olduğuna göre farklılık göstermemelidir.

Gelelim öteki tarafa. AKP nin bu referendumla; tatlı su kurnazlığı yaptığı, hakkaniyetli maddelerle insanın gözünü boyayıp kritik 2 maddeyi geçirmeye çalıştığı, konuşulması gereken noktaları hasıraltı edip ot bokla "Evet" oyu istediği zaten açık. Ayrıca 12 Eylül'ün; yarattığı ve yol verip nemaladığı bir mantalitenin son temsilcilerinin darbecilere kızıyor gibi yapması tamamen bir ortaoyunudur. Adama sorarlar: bu ülke 12 Eylül'den önce de müslümandı ama senin mahsulu olduğun tarikatlar piyasada yoktu, o nasıl olacak? Bununla beraber AKP'nin, 250 mebusunun hakkında işleme konulamayan davalar olduğu bir ortamda, milletvekili dokunulmazlığını kaldırmaya yönelik bir aksiyonu olmadığı sürece hak hukuk adaletten bahsetmesi ayıptır, yavşaklıktır!

RTE'nin, tabiri caizse arkadan rüzgar yapıp televizyon karşısında yüzleşmeden kaçması da delikanlılığa sığmaz. Neden korkuyorsun, neyin açığa çıkmasından çekiniyorsun? sıkışınca "one minute" çekip, gider yapacağın bir moderatörü de kabul eder bizim Gandhi Kemal. Türk Milleti'nin örfünde yüzüne söyleyemeyeceğin şeyi arkadan konuşmak yoktur. Nasıl Kasımpaşa'lılık bu efendi...

Bir tarafta yenilgiyi baştan kabul etmiş, bütün kalelerine girilmiş, bezmiş, yokolmuş bir muhalefet.Öteki tarafta insanları salak yerine koyan, satılmış,yalancı ve takiyeci bir iktidar.Siz gerçekten hangi karar çıkarsa çıksın bu ülkenin demokratlaşacağını mı zannediyorsunuz?

İnsanlar işsiz, insanlar aç...İşsizlik tavan yapmış, kimsenin gelecekle ilgili bir umudu yok, herkes mutsuz, herkes çaresiz...

Verdiler elimize bir referendum geyiği kıvırıp kıvırıp duruyoruz. Artık 13 Eylül sabahı naparız gerisini bilmem.

* Görsel: İcmihrak.blogspot.com

14 Mart 2010 Pazar

Sevmiyorum#3


İnadına isyan sevmediğim şeylere devam ediyorum (bu arada fark ettim ki blog a bir tane olumlu şey yazmıyorum...idare edin....)

Seinfeld: Şimdi efendim, bazılarının bu çok muhteşem ve komik buldukları bu diziyi bir çok kez izledim. Esprilerinin %50 sinin New York'un sosyal hayatı üzerine kurulmuş olduğu bu eserde yurdum gençliği ne buldu anlayamadım. Genelde Seinfeld'in hiç bir esprisine gülmem, güzel bulan ile de beraber bir bölüm izlemeyi istiyorum. Bana da anlatsın ben de güleyim...Yalnız tam Hıncal Uluç cümlesi oldu, hatta şöyle bitirmem lazım "efendim Seinfeld'e güzel diyen insanla sabaha kadar tartışırım"

İstanbul Film Festivali: Her aklı başında yurdum gençliğinin konu festival ile ilgili kötü bir anısı vardır. Ya ibne filmine denk gelmiştir ya da sıkıcı Fransız işkencesine. Benim anlamadığım bu eziyetin boyutları herkes tarafından bilinmesine rağmen, sırf hava olsun diye her sene rutine bağlanmasıdır. Burdan Türk lümpen gençliğine sesleniyorum! arkadaşlar sırf hava yapıcam diye bu işkenceye katlanmak zorunda değilsiniz. Siz gene havanızı yapın, herkese festivale gittiğinizi söyleyin. Hangi filmlere gittin diye sorarlarsa "Bir Fransız filmine gittim 2 erkek sevişiyordu" veya " bir kırım filmine gittim, filmde toplam 3 tane diyalog vardı ama didaktik bir şahaserdi" tarzı laflar edin. Yeminlen kimse anlamaz...Bu da size Fecaat kıyağıdır...

Kargo: Evet sevmiyorum...müziklerini banal, şarkı sözlerini zorlama buluyorum. Hayatım boyunca bir albümlerini baştan sona dinleyemedim. Dağıldıkları için mutluyum...Grubun geri kalanının Mirkelam'a yamanmasını da kendileri adına doğru bir hareket olarak görüyorum.

Şehr-i İzmir: Şimdi efendim hepsi kabulümüzdür. Halkı modern, kızları güzel, kumrusu lezzetli, mezesi nefis vs...Bunlarla ilgili bir problemim yok. tabi ki yaz aylarında İzmir'in ne kadar alternatifli ve eğlenceli bir yer olduğunu da kabul ediyorum. Çeşme yarım saat, Bodrum 3 saat, Yunan Adaları 2 saat..ona da eyvallah..Fekat, eğer birisi çıkıp derse "İzmir çok güzel bir şehirdir" işte orda dur derim. Ve bunu söyleyen insanlara, mesela bir Şubat ayında, İzmir'e gitmeyi öneririm ve bu hususu sabaha kadar tartışırım (Hıncal kolla kendini, ölümüne müteakip tahtına adayım). Türkiye'nin en gecekondu şehri, dağ taş dolmuş durumda. Gece hayatı denen olgu Ankara'nın bile çok gerisinde. Şehirde doğalgaz kullanımı olmadığı için kömür soluyorsun. Tek damla yeşillik yok...Çok övünülen kordon doldurulduktan sonra vasat bir sahil kesimi olmuş, zaten mekanların kalitesi de oldukça düşük. Evet, 1 ay önce İzmir'e giden bir insanın gözlemleridir bunlar...hariçten gazel okumuyoruz yani..İzmir'lilerin küfür ettiğini duyar gibiyim, yıllığa andaç diyen insanlar topluluğuyla bir yere kadar münakaşa ederim:) en son koz olarak da Karşıyaka'dan Alsancak'a vapura binilmesini ve Alsancak tarafına doğru baktıldığında gördüklerinin tarif edilmesini isterim...waiiit for it...gri.....



Devam eder bir ara...

12 Şubat 2010 Cuma

A Serious Man...



Blog un fahri ortağı King Jeremy ile, bir Cuma gecemize mal olan Coen Kardeşler filmi " A Serious Man" en iyi film dalında Oscar a aday gösterilmiş.....

Film süresince kadim dostumun "abi film bööle gitmez, kesin bir yerde gelişme olacak" yakarışları devam ederken filmin pat! diye bitmesidir bizi hüzne gark eyleyen.

IMDB rules! prensibini benimsemiş biri olarak filmi seyretmeyi bizzat kendim önermiştim. Bu anlamsızlıklar silsilesini bir yere kadar savundum temaşa esnasında. Ve fekat benim gibi bir ukalanın da tıkanacağı yerler vardır...Evet kabul etmek gerekir ki konu film, değil Coen kardeşlerin, sinema dünyasının en kötü filmlerinden biri.

Filmin bitmesine müteakip surflediğim, başta Ekşi Sözlük olmak üzere, ukala yatağı sitelerde okuduğum yorumlar nedense beni şaşırtmadı: "Şahaser", "Coen'ler kendini aşmış"...

Filmi kuantum mekaniğinin hayata uyarlaması falan diye yorumlayanlar var (Başrol oyuncusu Schrödinger'in Kedisi Teoreminden bahsediyor filmin bir yerinde)...Hayır, o insanlara kuantum mekaniği nedir? diye sorsan 3. kelimede tıkanırlar...ama okumuşlar ya IMDB yorumlarında bunu, ver ayarı yutturabildiğine...

Ayrıca neymiş, Film 1960 lı yılların Amerika'sına eleştirel bakıyomuş! bu mudur bir filmi güzel yapan!

Bu filmi beğenen TC vatandaşlarıyla "rakı-balık" eşliğinde filmi izlemek istiyorum...anlatsınlar bakalım neymiş şu şahaser...Nedir bu memleketin boktan filmleri beğenerek pirim yapmaya çalışan insanlardan çektiği..

Coen Kardeşlerin; Fargo ve No Country for Old Men ile kalbimde kazandığı kredinin nezdimde tükendiğini belirtir, yazıma gene King Jeremy'nin filmi izlediğine müteakip yaptığı eşşiz yorumla son veririm:

"Lise Türkçe derslerindeki okuma metinlerinde bir çok kez aynı konu tartışılırdı ve ben neden olduğunu anlayamazdım: -Sanat sanat için midir, halk için midir- şimdi neden tartışıldığını anladım"

ne diyelim, Two Thumbs up!!!!!

18 Eylül 2009 Cuma

Sevmiyorum...#2

Sevmediğimi gururla itiraf ettiğim şeyleri yazmaya devam ediyorum. Utanmam sıkılmam yok. Beni benimle bırakın giderken…

Pazar Sabahı Kahvaltıları: Bir gece önce geç yatmışsın, bütün haftanın yorgunluğu üzerinde ve belki biraz da alkol almışsın.. Ama ne yazık ki karışı cins ile pazar kahvaltısına gitmek durumundasın…

İlk olarak uykulusundur ve bütün hafta o anın hayalini kurduğun için sinirlisindir…
Gideceğin yer boğaz taraflarındaysa eziyetlerle dolu bir Pazar sabahı seni beklemektedir. İlk olarak arabanı koyacak yer bulamazsın, bulsan da İstanbul’un en yüksek park ücretini ödersin.

Zor bela yer bulduğun çay bahçesinden bozma bir mekânda, iyi sunulmuş fakat kalitesizlikte sınır tanımayan malzemeleri sindirmek zorundasındır. Üstüne üstlük eve döndüğünde ne yediğini bile hatırlamazsın, zira bütün o şaşaya rağmen aslında çok az şey yiyebilmişsindir. Garsonlar yüzüne bakmaz, bir çay yarım saatte gelir. Bayat ekmekler kızartılır önüne konur, reçeller bildiğin şekerlenmiştir.

Hesap aşaması en acıtan kısımdır…Denize nazır mükellef bir masa kurabileceğin parayı, 2 tane içi geçmiş zeytine verirsin.

Bitti mi? Tabî ki hayır…bir de bunun eve dönüş faslı var. Hele hava güzelse, boğazın o malum trafiği ile cebelleşirsin.

Eve geldiğinde açsındır ve uykun vardır. Pazar sabahlarını anlamlı hala getiren, kahvaltı sonrası 1 saatlik kestirme tribini yaşamamışsındır. Pazartesi sendromu üzerine çöker, EPL izlemek bile psikolojini düzeltemez.

Kızların Bekarlığa Veda Partileri: Güzel bir eğlence yerindesin, içiyorsun... Bir anda kafasında peri tacı olan, elleri kınalı, onlarca kız çığlık çığlığa mekanı basıyor….
Evet kızların bekarlığa veda partilerinden bahsediyorum!

Bu memlekette bir dizi film yasaklanacaksa, bu Sex and the City” olmalıydı. Filminin de 2. Bölümü çekiliyormuş. Bakanlığın karar alıp bu filmin ülkeye girmesini engellemesi lazım diyeceğim ama bu saatten sonra nafile. RTE’nin dediğin gibi batının terbiyesini değil de teknolojisini alsaydık keşkem zira ne kadar antin kuntin kız modası varsa, o Carrie denen kemik suratlı çirkin hatundan çıktı(Yalnız kabul etmek gerekir ki, isim yazan kolyeler iyi fikirdi. Bu sayede nice yolda görülen güzel kızların isimleri öğrenildi bedavadan)

Neyse konumuza geri dönelim efenim. “Bu akşam deli gibi coşucaz, kurtlarımızı dökücez” modeliyle mekanı basan ablalarımız, etraftaki insanları hiçe sayarak coştukça coşarlar. Bütün hayatları boyunca hanım hanımcık takılmalarına rağmen, bir arkadaşlarının gerdeğe girecek olmasını zincirlerini koparmaya bahane sayarlar. Küfürün, sex on the beach in bini bir paradır.

Birbirlerine sıkça “abi” şeklinde hitap ederler ve “woo girl!” kişiliklerinden zerre taviz vermezler.
Bir de bunlarda “erkeklerden nefret ediyoruz abi” tribi vardır ki hiç anlamam. Kardeşim, arkadaşınız ertesi gün bir tanesi ile evlenecek. Neyin hırsındasınız allasen !

Bakınız erkeklerin veda partileri genel hal ve tavırlarıyla gayet örtüşür. Organizasyon, evlenmeden önce 2 çıplak et görelim” mantığına dayanır. Genelde evde veya otel de yapılır, kimseler rahatsız edilmez. Kabul, ayılıktır ama daha samimidir J

Hadi size bir yazar kıyağı. Bu ömür törpüsü organizasyonlara şahit olunacak yerler genelde Karaoke barları ve Al Jamal gibi hadiseye kişi başı 200 tl sıkıştıran mekânlardır.
Uzak durun mutlu kalın!

Komik” Radyo Sabah Programları:Hayatım boyunca radyodaki sabah programlarına gülen birisi olmadım. Bunu övünmek için söylemiyorum, zira kendim de işe giderken Açık Radyo-Ömer Madra dinlemiyorum. Hatta sık sık spor radyosu da dinlemekteyim (kafamı dinlendiriyor!)

Fakat malum şahısların arkada gülme efektli programlarına da kılım bu böyle biline.
Hayatım boyunca bir Nihat Sırdar ile coşamadım, Geveze ile hayallere dalamadım diye de eksiklik hissetmiyorum.

Ayrıca bu arkadaşların toplumsal olaylar üzerine böyle birden ciddileşerek yorumlar yapmalarına da ayar oluyorum. Hayır, biz de burada ahkâm kesiyoruz ama bunun için para almıyoruz. Kardeşim senin hayat görüşün nedir, bildiğin şaklabansın sen yahu….

Sabahları NTV Radyo’nun “İşe Giderken” adlı programı da, iş yerinde internetten saatlerce gazete okuyacak vakti olmayan arkadaşlarıma önermeyi de kendime borç bilirim.

Candan Erçetin: Evet geldik serinin bu bölümünün kerameti anlaşılamayan şarkıcılar alt başlığında inceleyeğimiz şahsa. Bir kere şunu söyleyeyim bu yaptığım yorumlarda Candan Ablamızın Galatasaray’lılık kimliğinin etkisi yoktur. Zira bize göre kendisinin bu kadar tepemize çıkmasının sebebi zaten bu kimliktir.
Fare viyklemisi gibi bir ses, balans ayarı kaçmış bir çene., her şeyi ben bilirim tavırları. Sertap Erener için yazdığımız sanatsal kabızlık, aynen bu ablamız için de geçerlidir ayrıca.
Zamanında gece klüplerinde şarkı söyleyenlere laf atmıştı da, sanırım Arto buna okkalı bir cevap yapıştırmıştı, “bizim de zengin bankacı sevgilimiz olsa biz de çalışmayız” diye.
Bu zamana kadar yaptığı tek ilgi çekici çalışmanın İstiklal Caddesinde çektiği klip olduğunu söyleyebilirim.

Sahi ya ne oldu o gönüllü sakallı korumaya? Afiyettedir işallah bu aralar…

23 Ağustos 2009 Pazar

Sevmiyorum...




Herhalde hepimizin sevmediklerimizle yargılandığımız anlar olmuştur. Ortak karar olarak sevilen objelerle hoşlaşmadığımızı beyan ettiğimiz an sümük muamelesi görürüz. Oray Eğin’in Sezen Aksu için söylediği lafı severim “bu kadını eleştirmek tabu mu, bu kadını sevmemek suç mu?” diye. Neyse ki ben kendisi hakkında çok negatif şeyler düşünmüyorum. Fakat yıllardır bir türlü sevemediğim, bununla beraber nasıl olur da sevmezsin tepkisini aldığım onlarca şey var. Aklıma gelen bazılarının listesini aşağıda çıkardım. Sevmek zorunda mıyım arkadaşım!

Patlıcan: Gerçekten sevmek isterdim…. Çocukluğumdan beri her türlüsünü yedim. Mangalı, kızartması, salatası..aklınıza ne gelirse. Her rakı masası ortamında, patlıcanlı salata istemediğim an gördüğüm muameleyi insan hakları mahkemesine şikayet etsem yeridir. Bir de kendisine bana patlıcanı sevdirmeyi görev edinmiş insanlar oldu hayatımda. Yiyemiyorum canlarım benim, anlayın artık ve bu gerçekle yaşayın. Tadı hoşuma gitmiyor işte. En son Adana seyahatimde tandırda yapılmışını yiyebildim biraz, o kadar. Onun da tadı ete benziyordu. “Zaten içinde nikotin de varmış, dumansız hava sahası hafız eki eki” şeklinde kötü bir espriyle bu maddeyi bitiriyorum.


Sertap ERENER: New Orleans’ta sokaktan çevirdiğin her zencide olabilecek bir ses, şu ana kadar hiçbir şey üretmemesine rağmen müzisyenim havaları, çirkin ve kocaman bir ağız, her konuştuğunda sıçıp batırma, entelektüel geçinip bunca yıldır ortaya bir fikir koyamama…evet Sertap seni sevmiyorum…antipatik buluyorum…birkaç iyi müzisyenin sırtına binmiş tekneni yürütüyorsun. Senin geleceğin Nilüfer gibi olacak. Kayahanlar seni bırakınca ne olduğun ortaya çıkacak. Nasıl bir şans varsa sen de, o kötü şarkıyla Eurovision’u da kazandın ya..Kızın birine yalakalık olsun diye bir kere konserine bile gitmişliğim var. Tanrım o ne kötü bir sahnedir öyle! Neyse konuştukça sinirleniyorum….Ama şunu unutma, bu piyasadan silindiğin gün bayramım olacak Sertap!!


Çokbilmiş sazanlara not: Bilerek Sertap diye yazdım. Çünkü Cumhuriyet kanunlarına göre ordaki “b” harfinin sertleşmesi gerekir. Aksini yapan suç işler. Eğer bunla ilgili probleminiz varsa Abdülhak Hamit Tarhan ile aynı platformda hakkınızı arayabilirsiniz. (Bu espriyi anlamak için biraz tarih bilgisine ihtiyaç vardır efem. İmza: çakma Engin Ardıç K.Ç.)


Jartiyer: Neden seksi? niye seksi? İçinde mandal olan şey nasıl böyle erotik olabiliyor. Bu konuyu kısa keseceğim. Ben güzel bulmuyorum. Tv dışında da giyeni görmedim…görsem belki fikrim değişir kolpasıyla, bokunu çıkarmadan maddeyi burada bitiriyorum.


Donnie Darko: Başta blog umuzun kaçak editörü Irısh olmak üzere, bu başlığı görünce “yapmaaaaaaaa!” diyen insanlar olacaktır. Bu film hakkında o kadar övgü okudum ki. Ortamlarda öyle bir anlatıldı ki bu film... şahaser, duygusal, psikolojik başyapıt!!...Yirmili yaşlarım bu film yüzünden kompleksler içinde geçti.10 kere izledim, her izlediğimde çok sıkıldım ve anlamadım..film biter bitmez kendimi dolaba kilitleyip sabahlara kadar ağlamayı düşündüm. Sinema sanatından bu film yüzünden soğudum.


Geçen akşam kaçak editör Irısh’den tokatladığım DVD sini son bir kez daha izledim….Ve bugün göğsümü gere gere söylüyorum ki benim entel dostlarım, DD boktan bir filmdir! Bir kere sıkıcıdır, konusu da orijinal değildir. O kadar rüzgara rağman ben bir kişinin bile filmi tamamen anladığına da inanmıyorum. Bunun gibi bir de “Lost Highway” vardır. Bu iki filmi insanların güzel olması gerektiğine inandığı için güzel dediği filmler kategorisine sokabiliriz. İlla bir şeyine güzel diyecekseniz soundtrack albümüne deyin ona sözüm yok.


Bundan sonra bana Donnie Darko diye gelmeyin kalbinizi kırarım…İsteyen de gelip DVD sini alabilir. Aksi takdirde tez vakte kadar yakılmak suretiyle yok edilecektir…ohh rahatladım…


Tekila: Şahsımın social drinker olduğu malumunuzdur. Buna rağmen bu tekila denen mereti sevemedim. Adını her duyduğumda Bodrum barlar sokağında ucuz yoldan kafayı bulmaya çalışan bitli rockerlar gelir aklıma. Az harcayalım çabuk sarhoş olalım içkisidir. Yoksa içilecek meret değildir. Tadını gerçekten seven var mıdır acaba!? Bir de bu tuz limon geyiği vardır ki, ne zaman görsem gülesim gelir. Arkadaşım dayak mı yiyorsun içki mi içiyorsun! Ne tuzu ne limonu! Nedir bu kendine eziyet!


Bu gereksiz sıvıyı Türklerin popüler kültürüne Tom Cruise’un “Doğum Günü 4 Temmuz” filmi sokmuştur. Orada kurtçuk eşliğiyle içilen tekila illetinden yurdumun looser gençliği hala yakasını kurtaramamıştır. Allahtan kurt olayı biz de tutmadı da muhabbet iyice boka sarmadı.


Eğer tekila olmasaydı uzun ve yağlı saçlığı Türk erkeği, her lafını “abi” diye bitiren Türk kızı (abi diyen kızlar, yeryüzünden yok olun ve bir daha da gelmeyin!) ne içerdi bilinmez. Umurumda da değil!


Listemiz Devam Edecektir…