Yürü Bee etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yürü Bee etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2010 Pazartesi

Blog Var Dediler, Geldik....

• Uzun zamandır Fenerbahçe hakkında yazmıyorum. Söyleyecek çok şeyim var, ama kaleme dökmek işime gelmiyor. 2006 da Denizli’de de tribündeydim, geçen seneki malum Trabzon Maçında da. İki olay da benden çok şey aldı götürdü. Dünkü maça baktığımda skora üzülmeyi hakkıyla beceremediğimi fark ettim. Bu başkana, bu taraftara ziyadesiyle yakışır çünkü. Bugün 3 büyüklerin hali, 80 sonrası Türkiye’sini tarif etmektedir. Devletle iş yaparak zenginleşen kalitesiz para babalarının, iktidarlarını devam ettirmeleri için her yolu mubah sayma zihniyetinin bir devamıdır yaşadıklarımız. Yolda görsen selam vermeyeceğin magandaları, sırf parası var diye, canımız kadar sevdiğimiz takımlarımızın başına geçirip adam bildik. Müstahaktır bize. Hatta daha da ileriye gidiyorum ve sevgilisi tarafından terk edilen çapsız kızların, Facebook profillerine eklediği Sıla Şarkısının sözleriyle bitiriyorum: “3 kuruşluk adamları musallat ettik ömrümüze, ondandır böyle dibe vuruşumuz” Yerse! :)


• Geçen hafta Av Mevsimine gittim. Filmi teknik olarak eleştirecek bilgim yok, ama anladığımızı yazmaktan da imtina etmem. Kötü ve sıradan bir senaryo, Cem Yılmaz dışında fecaat bir oyunculuk, çizgi film karakterler (Yahu çatışma esnasında çalan telefonu açıp, kız arkla konuşmak nedir!), filmin hikâyesinin çok rahat tahmin edilebiliyor olması, Battal’ın trajikomik Adana Aksanı, Şener Şen’in skandal oyunculuğu…Yazarsın da yazarsın…Şener Şen filmden önce uzun yıllardır böyle bir senaryoyu bekliyordum deyince biz de gaza gelip gittik. Bu mudur yani! Kendini yenileyememenin zavallılığı… Bunlar hala Türkiye Gençliğini, kendileri gibi, 90 öncesinde kalmış zannediyorlar sanırım. Yeni nesil CSI, Cold Case izleyerek büyüyor efendiler. Yer mi sizin bu hayal kahramanı karakterlerinizi. Bari herkesin yere göre sığdıramadı Türk Dizileri gibi yapsaydınız. Çalsaydınız yani…En azından tutarlı konusu olan bir polisiye izlerdik.…Şener Şen bana 2,5 saat borçlusun…


• Türkiye’de herkes konuşmaya başladı. PKK’lısı da, şeriatçısı da, liberali de, Kemalist’i de, Atatürk Düşmanı da medyada gayet güzel yer bulabiliyor. Bir tek grup için bir şey değişmemiş durumda: Devrimciler. Hala; konuşamıyorlar, dertlerini anlatamıyorlar hatta medya suratlarına bile bakmıyor. İki tarafın da işine geliyor bu. Çünkü konuşacakları zaman Kemalizim adı altında uygulanan faşizmden ya da AKP’nin nasıl memleketi USA’ya peşkeş çektiğinden bahsedeceklerini biliyorlar. Çünkü devrimciler egemen güçlerin nefret ettiği bir şeye inanıyor, tam bağımsızlık. İşlerine gelen, onların sesini kısıp, halkın gözündeki bölücü ve anarşist olduklarına dair önyargıların devamını sağlamak. Deniz Gezmiş’in mahkeme savunmasında yaptığı efsane konuşmayı her gün bu milletin gözüne sokmayan medya eksiktir, satılmıştır. İşte bu ahval ve şerait içinde yapılabilecek tek eylem de yumurta atmaktır. O yüzden yumurta güzeldir, candır. Bir şeyler değişene kadar!

• Bir sabah uyansam ve 2 tip insan hayatımdan silinse. –de ve –ki eklerini yazmayı bilmeyenler ve yalnızlık, aşk, güçlü olmak kısır döngüsünde, sanat eseri yarattığını zanneden çapsız internet şairleri. Herkes şiir yazmasın, hele aşk şiiri hiç yazmasın.

• Onu bunu bırakın da, An Mevsimi’ndeki kötü karakterin aracındaki FB plakası neden seyircinin gözüne sokuldu. Tamam, camiada zengin avam popülâsyonu fazladır kabul ettik. Fakat bu yapılan abesle iştigaldir. Ayrıca öyle yüksek yapan üniversite mezunu tıfıl çocuğu cinayet masasına vermezler Yavuz Turgul Efendi.

• Bu çocuk, ay sonunda Fazıl Say prömiyerine gider. Dünyanın durduğu ve salondaki o kalabalığın içinde kendinle baş başa kalabildiğin bir ziyafet. BİFO konserleri beyindeki cerahati temizlemek için birebir. E bu kadar da şirket reklamı yapalım artık.

• Kenan Evren yargılanacaktı, ne oldu o iş?


• start wearing purple wearing purple

  start wearing purple for me now

  all your sanity and wits they will all vanish

  i promise, it's just a matter of time...

26 Ekim 2010 Salı

Facebook Taleplerim

• Kimse nasıl İstanbul trafiğinde sıkışıp kaldığını ileti olarak yazmasın! Mal bu, ayran olur cacık olmaz. Yeni mi fark ettiniz İstanbul’da trafik olduğunu!


• Yılmaz Özdil yazılarını post eylemek yasaklansın! Hayatta tek ekmeği AKP olup, hiçbir fikir üretmeden laf cambazlığıyla pirim yapmaya çalışan basiretsizler midir bizim medya kahramanlarımız?

• Kızlar terk edildikten sonra Can Yücel’den alıntılar yapmasın! Bıktık artık “Bağlanmayacaksın körü körüne” şiirini okumaktan. Bir zamanlar Şebnem Ferah’ın “Sil Baştan” şarkısı tüketildi bitti de, sıra ustaya mı geldi.

• “Kız kıza çıktık bu gece” kolpası bitsin! Çok mu matah bir şeydir Çamlıca Kız Lisesi Pilav Günü tadında takılmak. Erkeklere “Çok güçlüyüm size ihtiyacım yok” mesajını vermenin daha naif yolları olmalı. Ayarlayın bunları…

• İçinde insan fotoğrafı olmayan kedi albümleri engellensin! Kediniz sevimli değil ve çok anlamlı bakmıyor. Bizden söylemesi…

• Evlilik,nikah gibi kutsal hadiseler event olarak açılmasın! Boşanırsanız duruşmanızı da “event” leştirmeye maçanız sıkıyor mu peki? “Event occurs at” miş…tövbe…

• Kimse kimseyi Tekas Hold’em poker e davet etmesin. Siz kredi kazanacaksınız diye neden çekmeye çalışıyorsunuz bizi oraya?

• Gecenin bir körü uyuyamama eylemine dair isyankar iletilere bir çeki düzen verilsin! Uyuyamıyorsan banane. Çok müşkil durumdaysan koyun say!

• Karşı ideolojiye, rakip takıma, eski sevgiliye, gıcık patrona, hayırsız arkadaşa laf sokmak, hatta çirkinleşmek yaygınlaşsın! İnsanlar bu iletileri beğensin, müspet yorumlar yapsın. Kaos hüküm sürsün, kimsenin içinde kötü şey kalmasın...

5 Ekim 2010 Salı

100. Post'a Yakışacak Şekilde

The military system, which I abhor... This plague-spot of civilization ought to be abolished with all possible speed. Heroism on command, senseless violence, and all the loathsome nonsense that goes by the name of patriotism -- how passionately I hate them!


30 Eylül 2010 Perşembe

Olduğu Kadar

-Aşk insan olsaydı ben Çin olurdum, Sen Londra olsan ben yağmur olurdum. (Kenan Doğulu-“Demedi Deme” adlı şarkıdan)

-Madem eşitlikten yanasın be pezevenk adam! ilk önce karını gönderde eşitlik sağlansın. (Şevki Yılmaz-Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan’ın şehre genelev açmasını “İstanbul’da var Antep’te neden yok. Eşitlik olması lazım” cümlesiyle savunmasına cevaben.)

-Ne mozaiği ulan! Mermer Mermer! (Alparslan Türkeş- Türkiye’yi bir mozaiğe benzeten gazeteciye cevap olarak.)

-Ben Türk hekimlerine emanet ediniz. (Anonim- Atatürk adına, hekimler için de bir söz söylemiş olsun diye)

-Şampiyonlukta hiç mi katkımız yok Sinan? (Alaattin Çakıcı, 2003 BJK şampiyonluğu ardından, emir eri Sinan Engin’i fırçalayıp hizmetinin karşılığını isterken)

-Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtmezsiniz.(Süleyman Demirel-80 Öncesi Sağcılar katliam üstüne katliam yaparken, gazetecilerin sorusuna cevaben)

-Çünkü Türkiye’yi sağ görüşlü bir partinin yönetmesini istiyorum. (Yakın bir arkadaşımın neden AKP’ye oy verdiğini sorguladığımda verdiği enfes cevap)

-Van gölü canavarı CIA denizaltısıdır (Doğu Perinçek)

-Everything is something happened. (Fatih Terim)

-Tanrı zar atmaz. (A. Einstein-Belirsizlik teoremini eleştirirken)

-Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun, şecaat arz ederken merd kıbtî sirkatin söyler (Koca Mehmed Ragıp Paşa)

- Ne Şam’ın şekeri, ne de Arap’ın zekeri. (Anonim)

-Fenerbahçe Ben’im diyor ve bu pazarlığı kabul etmiyorum! (Fenerbahçe Kurucusu ve Genel Sekreteri Ayetullah Bey-1909 Yılında Kulubün düştüğü borç batağından kurtulması için Üsküdar ve Pazaryolu yöneticileriyle birleşme görüşmeleri sırasında, karşı tarafın Fenerbahçe İsmini değiştirme teklifine sinirlenip masayı terk ederken.)

-Gördüğüm en iyi kızılderili, ölü kızılderilidir. (Komaçi Şefi Tosawi- General Sheridan ile tanıştırıldığında yarım yamalak İngilizcesiyle “İyi Kızılderili” diyerek elini uzattığında aldığı cevap)

-Ağa, bu Kızılderili şefi Tosawi. Çok büyük adammış, adının anlamı Gümüş Bıçak’mış. Ben omuzuma dövme olarak onun portresini istiyorum. (KeCe-1996 yılında bir dövmeci koltuğunda tercih sebebini anlatmaya çalışırken)

7 Eylül 2010 Salı

HAVET!



Son günlerde bütün iletişim organlarında referendum teranesini dinlemekten tek sıkılan ben değilimdir sanırım. Hayatımız boyunca; bizi futbol fanatikliğiyle suçlayan, bir takımın peşinden bu kadar koşulur mu diyen, taraf olmayı gereksizlik, rakip görmeyi eziklik bilen insanların, körü körüne destekleme hususunda bizi kat be kat aştıklarını eğlenerek izliyorum.

Mübalağa etmiyorum, şu an kutuplaşanlar takım fanatikliğinin bir adım gerisinde değil. Herkes, kendini bir tarafı savunmak zorunda hissettiği için, neferlik yapmakta. Bu çığırtkanların çoğunun referendum maddelerine hakim olduğuna bile inanmıyorum. Şu an okuduğunuz yazıyı referenduma 6 gün kala yazmakta olan kulunuz, hala nereye oy atacağına karar vermemiş durumda. Dolayısıyla ben bu satırları yazarken sesli düşüneceğim. Birçoğunun yapmak istemediği şekliyle, konuya tarafsız bakmaya çalışıyorum. Çünkü ben parti borazanı değilim, kayıtsız şartsız hiçbir oluşuma teslim olmam. İrdeler, kararımı öyle veririm. Bir kişinin veya oluşumun her zaman doğru kararlar vereceğini iddia etmek, Atatürk'ün Beşiktaş'lı olduğunu iddia etmek kadar komik ve tutarsızdır çünkü.

İlk olarak, ben bu parti atışmalarını fabrika patronu-sendika çekişmelerine benzetiyorum. Görünürde 2 taraf var, fakat değişmeyen gerçek aşikar. Bir taraf muktedir öteki taraf hizmetli!. CHP öyle bir siyaset güdüyor ki sanırsın asla iktidar olmak gibi bir niyeti veya umudu yok. Durmadan, bu referanduma evet çıkarsa, hükümetin devletin bazı kanallarını ele geçireceğini ve bunun da AKP nin "malum" hedeflerine ulaşması için son darbeyi vuracağını söylüyor. Behey basiretsizler! 2 sene sonra genel seçim var, sen iktidar ol sen kullan o kanalları da 8 senedir eleştirdiğin düzeni paramparça et! Referendum bütün bu hakları AKP ye bağlamıyor ki, iktidar partisine bağlıyor. Bu ne ezikliktir bu ne mağlubiyeti kabullenmektir! Adamın biraz gururu olur. BJK bile bıraktı "nasıl olsa 2 büyüğün yanında yer alamıyorum bari ezilene yatıp prim yapayım" stratejisini. Adamlar Q7'yi aldı, CHP hala Kamer Genç ile gol yollarında etkili olmaya çalışıyor.

Şimdi buna şu şekilde cevap verenler olacaktır "Hayır diyenler ülke menfaatini ve demokrasiyi ön planda tutuyorlar". Güler geçerim. Bu ülkede; CHP nin belediyelerde ve devlet idarelerinde yaptığı kadrolaşma ve adam kayırma rekorunu, herhalde uzun yıllar hiçbir parti kıramaz (Bu yazdıklarımı; uydurmuyor, bizzat devletle iş yapan birisi olarak gözlemlediğim için söylüyorum).

Ayrıca; ister demokrasi deyin ister kuvvetler ayrılığı, bu kavramları iktidardan ayırabilmiş hatta ayırmayı istemiş, modern batı dünyası dahil, hiçbir düzen yoktur olamaz da. Bize anlatılan şehir efsanelerini bir kenara koyarsak, batı toplumunda da (özellikle USA'da) yargının hükümet politikalarına hizmet ettiği aşikardır. Zaten batıda, bizi uyutmak için anlatılagelen demokrasi kavramından eser yoktur. Zira o çok özendirilen medeni topraklarda; çatıdan Türk Bayrakları indirilir, cami minareleri yıkılır, başka ırktan olanlara pislik muamelesi yapılması vaka i adiyedir. O yüzden açık konuşmakta fayda var; eskiden yargı asker ve savcı insiyatifiyle taraflıydı, artık iktidar insiyatifiyle taraflı olacak. Giren çıkan hep vatandaşa olacağı için bu hususta ahkam kesmenin beyhude olacağını düşünüyorum. Ayrıca tutarlı olmakta fayda var, şu an iktidarda AKP yerine "Süper Atatürk'çü ve laik" bir parti 8 yıllık saltanat sürmüş olsaydı, o Facebook ta her allahın günü HAYIR'lı görsellerle kafa şişiren sıkıcı insanlar, aynı maddeler için bayıla bayıla evet tercihini destekleyeceklerdi. Zaten esas da budur, anayasa particilikten ve siyasetten bağımsız olmalıdır. Doğru, iktidarda kimin olduğuna göre farklılık göstermemelidir.

Gelelim öteki tarafa. AKP nin bu referendumla; tatlı su kurnazlığı yaptığı, hakkaniyetli maddelerle insanın gözünü boyayıp kritik 2 maddeyi geçirmeye çalıştığı, konuşulması gereken noktaları hasıraltı edip ot bokla "Evet" oyu istediği zaten açık. Ayrıca 12 Eylül'ün; yarattığı ve yol verip nemaladığı bir mantalitenin son temsilcilerinin darbecilere kızıyor gibi yapması tamamen bir ortaoyunudur. Adama sorarlar: bu ülke 12 Eylül'den önce de müslümandı ama senin mahsulu olduğun tarikatlar piyasada yoktu, o nasıl olacak? Bununla beraber AKP'nin, 250 mebusunun hakkında işleme konulamayan davalar olduğu bir ortamda, milletvekili dokunulmazlığını kaldırmaya yönelik bir aksiyonu olmadığı sürece hak hukuk adaletten bahsetmesi ayıptır, yavşaklıktır!

RTE'nin, tabiri caizse arkadan rüzgar yapıp televizyon karşısında yüzleşmeden kaçması da delikanlılığa sığmaz. Neden korkuyorsun, neyin açığa çıkmasından çekiniyorsun? sıkışınca "one minute" çekip, gider yapacağın bir moderatörü de kabul eder bizim Gandhi Kemal. Türk Milleti'nin örfünde yüzüne söyleyemeyeceğin şeyi arkadan konuşmak yoktur. Nasıl Kasımpaşa'lılık bu efendi...

Bir tarafta yenilgiyi baştan kabul etmiş, bütün kalelerine girilmiş, bezmiş, yokolmuş bir muhalefet.Öteki tarafta insanları salak yerine koyan, satılmış,yalancı ve takiyeci bir iktidar.Siz gerçekten hangi karar çıkarsa çıksın bu ülkenin demokratlaşacağını mı zannediyorsunuz?

İnsanlar işsiz, insanlar aç...İşsizlik tavan yapmış, kimsenin gelecekle ilgili bir umudu yok, herkes mutsuz, herkes çaresiz...

Verdiler elimize bir referendum geyiği kıvırıp kıvırıp duruyoruz. Artık 13 Eylül sabahı naparız gerisini bilmem.

* Görsel: İcmihrak.blogspot.com

23 Haziran 2010 Çarşamba

İstanbul-Ankara....Asfalt Kader...



Yol: Mesafe hakkında sıkça dile getirilen bir yanlış var. Yol boyunca tabelalarda okuduğunuz gişeler arası mesafedir. 2 saatte gittim, 2,5 saatte gittim tarzı rüzgarlara prim vermeyiniz. Ankara Gişelerini geçtikten sonra 40 dakika daha yol gidersiniz. Bu işin doğrusu, optimum bir hızla, İstanbul Gişelerden Ankara'da gideceğiniz yere 4 saatten önce varamayacağınızdır Çamlıca Gişeler-Dilovası, İzmit Batı-Düzce, Tünel- Kızılcahamam sapakları arası hız yapmak için ideal satıhlar sunar. Fakat sürüş keyfi Tünel'den Bolu ya inen rampada tavana vurur. Ankara'ya yaklaştıkca bitki örtüsünün yeşilden sarıya döndüğünü görürsünüz. Yol boyunca, tabi ki, ilgi çekecek hiç bir şey yoktur. Uzun lafın kısası sıkıcı bir yolculuktur.Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sakarya Ovası, güzergahtaki en geniş ve düz yolu barındırır. Arabanızın ne kadar hız yapabileceğini denemek için birebirdir.

Hava koşulları&Yol Çalışmaları: Çamlıca Gişeler-Çayırova arası bölge yılın 10 ayı yağış alır. Kurtköy'e yakın olduğundan mı bilinmez, bu kısımda hiçbir radyo da doğru dürüst çekmez. Stresli ve sevimsiz bir sürüştür. Bolu dağına doğru hava çöker, insanın içini kasvet kaplar. Düşünüldüğü gibi tünel asla hava koşullarından dolayı kapanmaz. Sadece neden olduğu anlaşılmayan tamiratlara bir çok kez tek şeride düşer. Tünel in iki çıkışındaki iniş rampaları yolculuğun en tehlikeli bölümleridir. İki taraftaki viyadük de, hiçbir sorun olmamasına rağmen, kış aylarında tek şeride düşürülür. Hence the expression: Viyadükler yollardan önce donar....Mevsim şartlarının en sıkı olduğu kısım Cankurtaran Geçidi'dir. Sıcaklık yaklaşık 10 derece düşer. Kış aylarında görüş mesafesini sıfırlayacak bir tipi olur.Dikkatli olunmasında fayda vardır.

Benzin Durumu&Molalar: Sadece belirli markalardan benzin almak durumunda/isteğinde olanlar için bir diğer önemli husus, yakıt planlamasını doğru olarak yapabilmektir. Mesela BP'ciyseniz tek şansınız Körfez'deki benzincidir, bunun dışında TEM olsun eski yol olsun güzergahta başka bir BP bulamazsınız (Hendek Sapağından sapıp 45 dakika kaybetmeyi göze almazsanız tabi..). Eğer böyle bir şartınız yoksa Cankurtaran Geçidi'ndeki Opet'i öneririz. Dağ havası ve yakıt kalitesi sizi tatmin edecektir. Güzergahtaki öteki Opet, birçoğumuza aşina olan Gebce Mehmetçik Vakfı İstasyonudur.Outlet Center'lardan alışveriş de yapmayı dilerseniz yeni açılan Düzce Park Outlet zengin bir alternatif sunabilir. Fakat unututulmaması gerekir ki uzun molalar yola konsantrasyonu azaltır. Son bir tavsiye, Ankara giriş ve çıkışındaki M Oil den asla yakıt almayın...Ben yolda kaldım ordan biliyorum...

Radar: Radarlara dikkat etmezseniz canınız yanar. Bir gün evinize veya işyerinize gelen, plakaya yazılmış cezalar tadınızı kaçırır. Fecaat ın size eşsiz kıyağıyla radarlara yakalanmadan seyrüsefer yapacaksınız, stay tuned.... İlk olarak İstanbul sınırına kadar hız yapmamak faidelidir, zira seyyar radarlarlara seyrek de olsa rast gelebilirsiniz. Bolu Tünelinin içinde hızı 80 e kadar düşürmek caizdir. Oradaki elektronik kameralar 7/24 çalışır ve affı yoktur. Tünelden sonra, otobanda 4 yerde radar vardır. Birincisi Bolu Batı birleşimi, ikincisi Gerede Rampası, üçüncüsü Gişelere 1 km kala yüksek gerilim hattının dibi,dördüncüsü ise gişe girişinde orta şeritteki girinti...Bunlardan sadece son saydığım uygulamalı radardır. Diğerlerine yakalandığınızı postacı kapınızı çaldığında anlarsınız. Bunun dışında Ankara'ya girişte muhtelif radarlar vardır, onlara da siz dikkat edin artık... Tabi gönül ister ki kimse hız yapmasın hepimiz kardeşce yaşayalım...bu dediğime siz de inanmadınız biliyorum...(Otobanda 130 km/h hız limiti mi olur ulan!)

Kayıntı: Gelelim en eğlenceli kısıma...Bolu tüneli yapıldığından beri, yol üstü lezzet duraklarının eski havası kalmadığı aşikardır. Otoban kenarındaki mekanların fahiş işgaliye masrafları hepsini fabrikasyon üretime zorlamaktadır. Eğer İstanbul-Ankara seferi yapıyorsanız Selahattin Usta nın Akçaabat Köftecisi mantıklı bir seçimdir. Lezzetli ucuz ve hızlıdır,ikramcıdır, üçün beşin hesabını yapmaz..severiz Selo'yu.. Bu güzergahtaki Berceste'lere (Biri Sapanca da biri Düzce de olmak üzere) kesinlikle itibar etmeyin. Bu iki mekan kalitesi yetersiz ve servisi ağırdır. Fakat Ankara-İstanbul istikametindeki Berceste, Bolu Dağındaki şaşalı günlerini hatırlatmaktadır, pirzola ve böbreği denemeniz de fayda var. Eğer İsmail Usta'nın dağdaki mekanının müdavimiyseniz otoban tesisinde hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Fast food tarzı sevenler için Mc olsun BK olsun güzergah boyunca mevcuttur.Mütevazi, ucuz ve lezzetli bir yemek peşindeyseniz Ankara girişindeki M Oil in tesisleri sizi tatmin eder. Tabi burada, şehirlerarası güneydoğu otobüs yolcularıyla beraber gürültülü bir yemeği göze almalısınız. Ankara-İstanbul istikametindeki Köroğlu, Metro-Dörtdivan gibi tesislere itibar etmeyin. Zaten büyük şairin konuyu bir çırpıda özetleyen söylemine istinaden, Ankara'dan dönüşte mutluluktan coşacağınız için, aklınıza çok yemek yemek gelmeyecektir. Yiyecekseniz de Berceste de yiyin dedik zaten efem....

Tabi bunca şeye dikkat edip seyahatınızı bitirdikten sonra karşılaştığınız: gri binalar, tuvalet fayanslı altgeçitler,Şirinler gibi tek tip giyinmiş memur kalabalığı ve suratsız çehreler olacaktır. Daha önce söylediğimiz gibi insan rahat ettiği yeri sever. Biz artık alıştık Ankara'ya, hatta sevdik onu... İçinde çok sevdiğimiz dostlarımız da var hattızatında...Fakat gönül isterdi ki Türkiye'nin başkenti Antalya olsun Marmaris olsun...

Ankara hayatımın bir parçası...yaklaşık 4 yıldır bu böyle..

Bu seferlik yolculuğu yazıyorum...belki bir gün Ankara'yı da yazarım...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Tuesday Wednesday Break My Heart...

Yaşlanmak kötü olsa da, yalnız yaşlanmadığını bilmek herşeye rağmen güzel..Salt samimi hislerle, evime çat kapı yapıp doğum günümü kutlayan dostlara teşekkür ederim. Hayatım boyunca ilk defa gördüğüm ve bir anda sevdiğim insanların yanımda olması ayrıca güzel oldu...

Tekrar teşekkürler...

29 Nisan 2010 Perşembe

...Abidin ?


* Evet mutluyum; zira, uber alles, uzay takımı, şımarık, kolpa Barca "the special one" tarafından tarumar edildi. Mayıs ta Madrik sokakalarında bölücü katalanları görmeyeceğime mi, sarı lacivert Inter formamı gururla tribünde giyeceğime mi, yoksa neden olduğunu bilmeden Barca üzerinden Franco aleyhtarlığı yapan cahil yurdum insanına kapak olduğuna mı sevineyim. Madrid de o kupayı size kaldırtmazlar efendiler!! haydi evinize!

* Ben de gideceğim edeceğim diyorum ama şirketimin iş bilmezliği yüzünden Fransa konsolusluğundan refuse edildim vize için. Bu mevzuyu çözemezsem ben de aynen koltuktan izlerim maçı...

* Son günlerde Siirt te olan rezillikle yatar kalkar olduk.Bakınız, bu tarz hadiseler en modern dediğimiz ülkelerde bile olmaktadır. Sapıklığın pedofilinin memleketi olmaz. Ayıp dediğimiz kavram, bu gerçeği kabul etmeyip, "bizde böyle şeyler hiç olmazdı yahu" deyip üzerini örtmeye çalışmaktır. Bugün oğlancılık kavramı; türkülerimizden, edebiyatımıza (Divan edebiyatı şiirlerinin önemli kısmı oğlanlara hitaben yazılmıştır) mizah kültürümüzden küfürlerimize, her yere sirayet etmişken, bu kadar şaşırmak niye?

* Dayanamadım söyleyeceğim. Bugün bazı değerli arkadaşlarımız ne diyorlar: "Eşcinsellik bir tercihtir saygı duymak lazım. Onlar böyle doğmuşlar, doğaları bu. Onları olduğu şey için sorgulayamayız" vs...Peki bugün eşcinsellerden nefret etmenin neredeyse ayıp sayılacağı toplumumuz 50 sene önce bu şahıslar hakkında ne düşünüyordu acaba? Bugün pedofoli için söylenen her şey, kopartılan patırtı, durumun etik ve sosyal olarak irdelenmesi 50 yıl önce eşcinselik için vardı.Bu rasyonellikten uzak ukalalar olduğu sürece 50 yıl sonra da bu sapıklar baş tacı edilir. Ahanda benden söylemesi...

* "Up in the Air" güzel bir film. İş için fazla seyahat eden insanların; düştüğü girdabı, mutsuzluklarını, nasıl düzenin esiri olduğunu çok güzel anlatmış. Büyük patırtı koparmadan bir şeyler anlatmaya çalışan mütevazi filmleri seviyorum.Dvd cilerde cillop korsan kopyası mevcuttur,fyi...

* Yazı, ne deniz kum ne de mojito için özlerim. Benim için yaz: günübirlik adalara gitmektir...kalkan mevsimi de başlamış, bir insan başka ne ister ki?


* Başta kolpa editör olmak üzere bazı arkadaşlarıma çok pis hayırsızlaklar yapmaktayım. Çok işim var çok yoğunum işin hikaye kısmıdır, kendini değerli gösterme çabasıdır. Hepsinin gönlünü alacağım.

* Yaş oluyor 31...hiç o konulara girmek istemiyorum....

* Alın işte içinde "bir insan başka ne ister ki ?" tarzı dişi blogger cümleleri olan, mutluluk dolu bir yazı yazdım. Daha mı iyi oldu böle yani...bir dahaki yazıyla beraber ukala ve uyuza bağlamaya devam...söylemedi demeyin...

11 Mart 2010 Perşembe

Fecaat is Missin' Big Hair Bands...


Bir insanın tercihlerinin oluşmasında hep bir kavramla mücadele etmesi yatar. Genelde sevmediğiniz bir kişiye/oluşuma taraf olarak tanımlarsınız kendinizi. Okulda sevmediğiniz güruh popçu takılıyorsa sizin gönlünüz hafiften rock'a kayar, kıl olduğunu birisi saçlarını uzatırsa siz gider sıfıra vurdurursunuz, hayat boyu hep sarışınlar peşinizden koştuysa ve fekat gönlünüz size yüz vermeyen esmer güzeli komşu kızındaysa "sarışının adı esmerin tadı aga!" diye sağda solda kendinizi kandırırsınız.

Ne yazık ki hayat, bertaraf olmamak için, bizi hep taraf olmaya itiyor.

Mesela; uzun saçlı kızları, kendileriyle iyi anılarım olmadığından, pek sevmem.Alem i cihan olsa, uzun saçlı kızlar ilk görüşte nazarımda müsabakaya 1 0 yenik başlar.

Aslında bu uzun saçlı kız örneği tam söylemek isteyeceklerimi yansıtmıyor ama hayatım boyunca bu durumu ilk defa ifade etmenin heyecanıyla araya sıkıştırayım dedim.Kusuruma bamya...

Neyse, uzun lafın kısası, bu etkiye tepki olayı insanı 1. paragrafta bahsettiğim gibi bir şekilde yönlendiriyor. Mesela Fenerbahçe fanatikliğime dair hatırladığım ilk şey şudur.80 li yılların ortalarında, sadece takımımı soran kişilere "Fenerliyim abi" diyecek kıvamdayken, babamın çok stratejik bir hamle yapıp o zamanlar hiç kimsede olmayan orjinal bir forma takımını bana hediye etmesiyle başladı herşey (o zamanlar formayı üreten Güneş Tekstil diye bir firmaydı, ve formanın sol gögsünde güneş yazardı). Beşiktaş'ın bizi yendiği bir maçın akabinde benim çok bilinçli olmayarak giydiğim(evet malum kişiler, çocukluğuma indiniz mutlu musunuz:) mevzubahis formayla sokağa çıkmamdır biraz da fitili ateşleyen. O kadar çok laf yemiştim ki, ağlayacak kıvama gelmiştim. Yaşlı gözlerle eve doğru giderken arkamdan bir ses duydum "çocuk! bir bakar mısın". Mahallenin fırınıydı bana el eden. İlk başta gitmek istemesem de o kadar çok ısrar etti ki, kendimi dükkanın içerisinde buldum. Ahanda gene papara yiyecez derken, elime bir gazozun tutuşturulduğunu gördüm. Adam "sen bugün de bu formayı giyip sokakta dolaştın ya, bu dükkandan ne istersen alabilirsin" dedi. Gazozdan başka bir şey istemedim ve nedense koşar adım dükkandan çıkmaya çalıştım. Tam çıkacak iken adam beni kolumdan tuttu ve klüp üye kartını gösterdi. Bana ne zaman istersem gelebileceğimi söyledi. O fırına bir daha hiç gitmedim, zaten bir süre sonra da kapandı. Hala ne zmaman İncirli'den geçsem o fırının olduğu yere göz gezdiririm...

İşte bütün hayatım bu tarz anıların oluşturduğu tutkularımın beni yönetmesiyle geçti. Kafama yatmayanla kendimi yıpratırcasına mücadele ettim, sevdiğimi de takım tutar gibi sevdim.

"Eeee nedir şimdi bu hacı?" diye soranlar olacaktır. Şöyle ki: yaklaşık 10 yıldır 1-2 numara arası gidip gelen saçlarımı son bir kaç aydır uzatıyor bulunmaktayım. Bunun sebebi; ne yukarıda anlattığım gibi dazlak saçlılara ayar olmam, ne de sağlık sebepleridir. Sadece iş yerinde tarafıma yöneltilen:

"Bu saçlar ne yahu, manav gibi olmuşsun"

"Kerem senin saçların mı dökülüyor?"

"Olum ne bu böle skinhead gibi, yakışıyor mu!"

tarzı ithamlardır.

Ve çünkü insan artık yaşının ilerlemeye başladığını birbirine forwardladığı "80 li yıllar" maillerinden anlamıyor. Artık milletin suyuna gitmeye başladığınız an "delikanlı" denilen tabirin sizden uzaklaştığını fark ediyorsunuz."Milletin ağzına sakız olacağıma uzatırım bu saçı hacı!" diyip geçtiğindir insanın süngüsünün düşmeye başladığı an...

Konu hakkında yazacaklarım bu kadar...Bana da klasik "benim dertlerim herkesi ilgilendiriyor" bloger yazısı yazdıran bu hayatla hesabım bitmedi! diyeceğim ama yukarıda yazdıklarımdan sonra "hadi len" dersiniz haliylen...

bir dahaki postum da, da size mutfakta yaptığım kekler hakkında veya hafta sonu yaptğım bir gezinin fotograflar eşliğinde anlatımıyla en kötü aşk hakkında jenerik laflarla alakalı olabilir...nasıl olsa kanaldayız artık...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Erkeğin Hası! (Tecrübe Bambaşka Bir şey)....


“Galatasaraylılar el bebek gül bebek dadılarla büyümüş, muhallebi çocuğu, şımarık. Erkeğin hası Fenerli olur.”
(17 Haziran 2002 Sabah gazetesi, Mine Şenocaklı’nın röportajı)

31 Aralık 2009 Perşembe

What is Love?



Madmen dizisinde reklamcılık gurusu abimiz Don Draper, resimdeki ablaya romantik bir akşam yemeğinde aşk hususu hakkında ayar verirken.

"the reason you haven't felt it is because it doesn't exist. what you call love was invented by guys like me, to sell nylons. you're born alone and you die alone and this world just drops a bunch of rules on top of you to make you forget those facts. but i never forget. i'm living like there's no tomorrow, because there isn't one"

8 Kasım 2009 Pazar

Spor Rüzgarları...

Spor hakkında sözlenmiş bazı özlü sözler, anlam bütünlüğü bozulmasın diye Türkçe'ye çevirmedim...ya da çeviremedim...ne bileyim işte...

-All that i know most surely about morality and obligations, i owe to football
Albert Camus

-You teach me baseball and I'll teach you relativity...No we must not You will learn about relativity faster than I learn baseball.
-Albert Einstein

-I'm tired of hearing about money, money, money, money, money. I just want to play the game, drink Pepsi, wear Reebok.
Shaquille O'Neal

-If the Bible has taught us nothing else, and it hasn't, it's that girls should stick to girls' sports, such as hot oil wrestling, foxy boxing, and such and such."
Homer Simpson

-Playing polo is like trying to play golf during an earthquake.
Sylvester Stallone

-In football everything is complicated by the presence of the opposite team"
Jean-Paul Sartre

-Football is all very well a good game for rough girls, but not for delicate boys.
Oscar Wilde

-Golf is a good walk spoiled
Mark Twain

-"I failed to make the chess team because of my height."
Woody Allen.

-Running is the greatest metaphor for life, because you get out of it what you put into it.
Oprah Winfrey

-Of course I have played outdoor games. I once played dominoes in an open air cafe in Paris."
Oscar Wilde.

-If all the year were playing holidays, to sport would be as tedious as to work.
William Shakespeare

-Let me just leave you with this thought. You love the Sox, but have they ever loved you back?"
Drew Barrymore, (Fever Pitch)

-"I don't need a man. I'm perfectly happy being alone."
-"Well, you'll have plenty of time to be alone once you're in a relationship - that's what football's for."
Caroline and Annie, (Caroline in the City)

-Love this game, I love this sport, I love this league. Why don't I get my own team? (English Premiership football club)
Roman Abramovich


- Reporter: Gordon, can we have a quick word please?
-Strachan: Velocity.
Former Scottish football player Gordon Strachan, after a match…

-Sport is a preserver of health.
Hippocrates

-Baseball has the great advantage over cricket of being sooner ended.
George Bernard Shaw

-Golf is a game whose aim is to hit a very small ball into a even smaller hole, with weapons singularly ill-designed for the purpose."
Winston Churchill

-Float like a butterfly, sting like a bee. Your hands can’t hit what your eyes can’t see, rumble young man, rumble!
Muhammad Ali

-If practice makes perfect, and no one is perfect, why practice?"
Derek P.

-I think my favorite sport in the Olympics is the one in which you make your way through the snow, you stop, you shoot a gun, and then you continue on. In most of the world, it is known as the biathlon, except in New York City, where it is known as winter.
Michael Ventre, L.A. Daily News


-Sometimes you have to score…..
Thierry Henry, after a loss….

-Some people think football is a matter of life and death. I assure you, it's much more serious than that.
Bill Shankly (former Liverpool manager)

-There is no "I" in TEAM."
Unknown

-Everything is something happened….
Fatih Terim

19 Eylül 2009 Cumartesi

Kimse duymadan ölmeliyim.


...

ağzımın kenarındabir parça kan bulunmalı.

beni tanımayanlar;

"mutlak birini seviyordu" demeliler.

tanıyanlarsa;

"zavallı" demeli, "çok sefalet çekti"..

fakat hakiki sebep,

bunlardan hiçbiri olmamalı..