22 Kasım 2010 Pazartesi

Üstümüz Başımız Ter Olmaya Geldik...

* Dün Akatlar'daki Bjk-Fenerbahçe maçındaydım. Bu Beşiktaş taraftarının arasında ilk FB maçı izlemem değil. Basket maçlarına deplasman seyircisi kabul edilmediği için daha önce de yaptık bu hafiyeliği. Kapasite fazlası biletin satıldığı, havalandırması olmayan bir salonda Elli TL karşılığında ayakta maç izledik.En nihayetinde yendik mi, yendik....

* Deplasman seyircisi arasında maç izlemek herkesin alkollü olduğu bir masada ayık kalmaya benzer. İnsanların ne denli saçmaladığını ve tepkilerinin ne kadar anlamsızlaştığını çok güzel gözlemlersiniz. Taraftarlığın özü de biraz tribünde kendini kaybetmektir zaten. Yalnız bu gözlemin; sıcaklığın insanın dayanacağı seviyenin üstende bir havada ve ter kokulu rakip taraftarlarının arasında yapılmamasını tercih ederdim.

* Iverson'ı dünya gözüyle doya doya seyrederiz diye heveslendik (Büyük transferdir), ama adam 10 dakika sahada kalıp  2 sayı attı. Bir ara, topu potoya yetiştirebilse bari diye ümitlendik ama nafile. Adam bitmiş yahu...

* Beşiktaş seyircisinin acil olarak basketbolu öğrenmesi lazım. Doğru yerlerde tepki vermeyi bilmedikleri gibi maç ile alakasız tezahuratlar yapıyorlar. Öne geçtikleri an seyirci baskısı ile maçı koparabilirlerdi. Gel gör ki bizim Kinsey ile uğraşmayı tercih ettiler.

* Maç öncesinde dağıtılan Iverson maskelerinin anlamını çözemedik. Fedarasyon Iverson'a bizim bilmediğimiz  bir yanlış yaptı da, "Hepimiz Iverson'ız" mesajı mı verilmeye çalışıldı. Yoksa adamın tipini beğendikleri için mi kartondan maskesini yaptılar algılayamadık. Nihayetinde bildiğin USA zencisi işte...

* Aşağıdaki fotoğrafı salonda çektim. Maça beraber gittiğim takımdaşım Baran uyarmasaydı benim dikkatimi çekmezdi. Bildiğimiz kadarıyla her profesyonel spor müsabakasından önce misafir takımın bayrağının salona asılması kanunen zorunludur. Fotoğrafta da görüldüğü üzere, olması gereken yerde ve salonun diğer kısımlarında bayrağımız yoktu. Bugün resmi verilere göre en fazla lisanslı bayrak satan takımın Fenerbahçe olduğu düşünülürse o bayrağı bir yerlerden temin edip oraya asmak zor olmazdı herhalde.
Yok sen kompleksler içinde yanıp tutuşup Sarı Lacivert çubukluyu asmazsan, o Fenerbahçe gelir "potana" asar o bayrağı.

* Bu sen potada şampiyon belli. Diğer takımlar 2. lik için Play-off oynayabilirler...

16 Kasım 2010 Salı

Kardeş Tavsiyesi

Bilim İtaatsiz Olana İhtiyaç Duyar-Theodor Wiesengrund Adorno

Bu ünlü vecizeyi, tam doğru olarak söyleyemese de, ablam hatırlattı bana.

Toplumun bilince döşemeye çalıştığı beton duvarların arkasından eleştirenlerin ve bu duvarın ötesine bakmaya çalışanları ahlaksız olarak nitelendirenlerin dönüp dolaşıp okuması gereken bir manifesto bu.

İtaatsiz olun..herkese inat...

Bayramınız kutlu olsun

12 Kasım 2010 Cuma

Suat (IV)

Suat, fırındaki açmaları gözüne kestirmişti. Uzun yıllardır yiyemediği kadar yağlıydılar. Kasiyere üç tane istediğini söyledi. Kola ve sucuk da alıp evde kendine güzel bir kahvaltı hazırlayacaktı.


Eskiden ne kadar sağlıksız beslendiğini düşündü ve nasıl o kadar zayıf kalabildiğini…

Uzun zamandır girmediği mutfakta sucukları pişirirken öğrencilik yıllarındaki bekâr evlerini hatırladı. Salondaki masanın üzerine gazete serdi ve bütün kahvaltı boyunca üzerine sucuğun yağları damlamış altı aylık gazeteyi okudu.

Saate baktı, gün ortası gelmişti.

Ailesi onu şirkette toplantıda biliyordu fakat yoğun şekilde yağmaya başlayan kar olası bir iptal bahanesinin altını dolduracaktı.

İstanbul beyaza boyanıyordu.

Suat, biraz da pencere kenarında kahve keyfi yapmaya karar verdi ki telefonu çaldı. Arayanın Aysel olduğunu düşündü. Telefonu eline aldığı anda tanımadığı bir numara tarafından arandığını gördü.

- Alo

- Suat!

- Buyurun benim

- Suti selam..Turgut Ağabeyin ben, nasılsın?

Turgut…bir insanın ses tonu yıllar geçse de bu kadar etkileyici olabilir miydi? Bir kahvehane köşesinde başı kalabalıkken tanımıştı onu. Erman’ın ballandıra ballandıra anlattığı kişiyle ilk defa konuşurken, heyecanı yüzünden okunuyordu. Suat’a onu tanımak için birkaç soru sormuştu. Bu heyecanlı çocuğun ilgisini çektiği açıktı. Bir ara hararetli şekilde bir şeyler anlatırken eliyle masadaki çayı devirmişti.

O günden beri adı Suti’ydi işte...

Yeni arkadaşlarını ve liderini çok sevmiş, kendini ilk defa bir yere ait hissetmişti. Turgut’la tartışana, daha doğrusu kendi hayatına dair iktidar mücadelesini Koca Rıza kazanana kadar, hep onun etkisinde kaldı. Bir hastane odasında yalnız geçirdiği ve eğitimini tamamlayıp bir aile kurmaya karar verdiği o geceden sonra yaşadığı her saniye Turgut’a karşı mahcubiyet hissetmişti. Yıllar sonra ilk defa sesini duyduğunda hüzünle karışık bir mutluluk duydu.

-Nihayet mütevazi ortamımızı onurlandırmaya karar vermişsin?

Turgut şu an ellili yaşlarda olmalıydı. Kinayeli tarzı hiç değişmemişti. Bir süre sohbet ettiler. Telefonda konuşurken, elindeki kahve bardağına bakıp gülümsedi ve bunu Turgut Ağabeyi ile paylaştı. Bu kadar anlayışlı olacağını bilseydi, onu çok daha önce arardı.

Turgut muhabbeti toparlamak adına direk konuya girdi, eskiden beri havadan sudan konuşmayı sevmezdi. Tıpkı Suat gibi…

- Bu gece bendeyiz Suti. Eski günlerdeki gibi toplanıp sabahlayacağız. Evimi biliyorsun, hala aynı yerdeyim. Akşama bekliyorum. Erken saatlerde de topluca yola çıkacağız zaten.

Suat nasıl olacağını hiç düşünmeden, geç saatlerde katılabileceğini belirterek, kabul etmişti. Kendisini telefonla arayan Turgut’u bunca yıldan sonra ret edemezdi. Hep beraber evde gecelemek çok büyük bir problem değildi. Fakat sabah erkenden topluca yola çıkmanın ne anlama geldiğini tahmin ediyordu. İçine bir sıkıntı düştü. Artık geri dönemezdi…

--------------------------

-Aysel merhaba canım iyi misin?

-Suat…iyiyim sen nasılsın ? Oturuyoruz babamlarla. Nasıl geçti günün?

-Toplantım şimdi bitti ve çok yorgunum. Dışarıda yoğun tipi var. Evden çıkılacak gibi değil. Ben de birazdan yatarım herhalde. Babamlara çok selam söyle. Petek nasıl?

Suat karısına ilk defa yalan söylemenin sıkıntısını hissetmeye başladı. Bu duyguyu Petek’le konuşması bile bastıramamıştı. Herkesle teker teker konuşup telefonu kapattı

İstanbul’da bütün yollar kardan kapanma noktasına geldiği anons ediliyordu. Suat, yolun önemli bir kısmını yürüyerek ve bir taksiye onu en yakın yere bırakması için yalvararak, İcadiye’ye ulaşmıştı. Bütün  yolculuk süresince, bunca yıldan sonra Fikret’in evini hatırlayıp hatırlayamayacağını düşündü. Ama mahalleye geldiğinde sanki dün oradaymış gibi apartmanı buluverdi. Kapının hemen açılmayacağını bilerek zile bastı. Yaklaşık yirmi saniye sonra genç yaşlarda bir çocuk eskimiş ahşap kapının arkasında baygın bakışlarla ona bakıyordu. Suat tam kendini tanıtacakken arkada Fiko belirdi. Çocuğun kafasına bir fiske vurdu ve Suat’ı içeri davet etti.

Suat başka biri olsaydı eve konuşlanmış yirmiden fazla kişi ona ilginç gelebilirdi, ama o şaşırmadı. Evin duvarlarına sinmiş ot kokusu bile çok aşinaydı. Salona doğru geçerken bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissetti. Masada Turgut ve Erman oturuyordu. Geri kalanlardan sadece birkaçına göz aşinalığı vardı. Turgut oldukça yaşlanmış ve kilo almıştı. Suat’ı görünce gülümseyerek yerinden doğruldu,

- Suti, eskilerden bu kadar kaldık işte! Çocuklar toplanın! Suti geldi!

Turgut hararetli bir şekilde yeni nesile Suti’yi anlatmaya başlamıştı. Suat bazı anlatılanları mahcubiyetle dinliyor bazılarını da yeterli görmeyip düzeltme ihtiyacı hissediyordu. Boş ve uyuşmuş bakışlarla Suti’ye bakan çocukların birkaç tanesinde kendisini gördü. Zamanında yönettiği genç çocukları sordu ama hiçbirisi artık yoktu. Onlar gitmiş yerine yeni fedailer gelmişti. Kafadaki birkaç kişi dışında, sirkülasyon mütemadiyen devam etmişti. Bir  süre sonra eskileri sormaktan yoruldu. Artık şimdiyi konuşmaya başlamışlardı. Eski günlerin kalmadığını, yeni nesilin kendileri kadar cesur olmadığını, polisin daha güçlü olduğunu, iletişim çağında gizli kapaklı işler yapmanın zorluğundan bahsedildi. Geçmiş özlem ile anılıyor, muhabbet gittikçe koyulaşıyordu. Fiko birden birden ayağı kalktı ve evdeki herkesin duyacağı şekilde bağırdı.

-Yarın büyük gün. Hazırlıkları yapıldı. Karşı tarafla da konuştum. Okmeydanı için randevulaştık. Kimse ağzını açmasın. Polisin kulağına giderse yine mantara bağlarız!

Suat bu durumu Turgut onu aradığından beri biliyordu. Şans eseri yıllar sonra böyle bir haftaya mı denk gelmişti, yoksa Turgut Suti’ninde gelmesinden havaya girip böyle bir işe mi girişmişti kestiremedi. Artık bu ortamlardan çok uzaktı.

 O an ailesinin yanında olmayı istedi, ama çok geçti.

Sabaha doğru Fiko, Suat’ın geleceğini beklediği konuyu kinayeli bir tavırla açtı.

-Suti! Yaraların ne alemde? Seni en son hastanede gördüğümde her tarafın sargılıydı. Umarım artık iyisindir, sana bir zarar gelmesi bizi üzer. Sen bizi artık arkadaş bilmesen de...

Suat bu konu üzerinde fazla durmak istemiyordu ama Fiko’nun sataşmasını karşılıksız bırakmadı. Aysel’in yıllardır araba kazası sebebiyle oluştuğunu sandığı yaralarını bu masada meze yapmayacaktı.

-Keşke sen de o gün öyle yaralar alabilecek kadar cesur olsaydın da, hala arkamı dönebileceğim bir arkadaşım var bilseydim.

Fikret sinirli şekilde ayağı kalktı. Tam Suat’a doğruldu ki Erman araya girdi.

Ortamın daha fazla gerilmesine Turgut müsaade etmedi. Erman’a, hazırlanmalarını ve semtlerdeki çocuklara toplanmaları için haber vermesi söyledi.

Daha sonra Suat’a döndü..

-Haydi Suti çıkalım artık. Bugün benim yanımda en önde yürüyeceksin…eski günlerdeki gibi…

Suat yıllar önce hastahane odasında, kendisini ziyarete gelen, Turgut'a haykırdığı cümleyi tekrarlayıp o evden çıkmak istedi:

-Ben artık yokum ağabey!

Yapamadı...

Haber bültenleri tipi nedeniyle dışarı çıkılmamasını öneriyordu…..

 
Son bölüm ile devam edecek...