30 Mart 2010 Salı

Hangi Sevdadan Galip Çıktık ki....


UEFA'ya Mayıs'taki CL finali için (Madrid) bilet başvurusu yapmıştım. İspanyaya gideceğim bütün arkadaşlarıma bilet çıktı...bana gelen mail ise aşağıdadır...

Dear .....,

We are sorry to inform you that your ticket application (customer reference number 40623) for the 2010 UEFA Champions League Final was not successful.
We would like to take this opportunity to thank you for your interest in European football and to invite you to log onto UEFA.com to keep up to date with the latest news on the UEFA Champions League.

Best regards,

Ticketing
2010 UEFA Champions League Final

We kindly ask that you do not reply to this email.


Allahtan başka kanallardan bilet aldık da makus talihimize kazık attık. Artık bilet çıkan arkadaşların karaborsa eylemlerinden pay almaya çalışacağım....

15 Mart 2010 Pazartesi

Günün Anlam ve Önemine İstinaden...



Arada iki sanatsal şey post eyleyim de, içimde bir incelik olabileceğine dair şüpheler oluşsun der, beğeninize sunarım...

14 Mart 2010 Pazar

Sevmiyorum#3


İnadına isyan sevmediğim şeylere devam ediyorum (bu arada fark ettim ki blog a bir tane olumlu şey yazmıyorum...idare edin....)

Seinfeld: Şimdi efendim, bazılarının bu çok muhteşem ve komik buldukları bu diziyi bir çok kez izledim. Esprilerinin %50 sinin New York'un sosyal hayatı üzerine kurulmuş olduğu bu eserde yurdum gençliği ne buldu anlayamadım. Genelde Seinfeld'in hiç bir esprisine gülmem, güzel bulan ile de beraber bir bölüm izlemeyi istiyorum. Bana da anlatsın ben de güleyim...Yalnız tam Hıncal Uluç cümlesi oldu, hatta şöyle bitirmem lazım "efendim Seinfeld'e güzel diyen insanla sabaha kadar tartışırım"

İstanbul Film Festivali: Her aklı başında yurdum gençliğinin konu festival ile ilgili kötü bir anısı vardır. Ya ibne filmine denk gelmiştir ya da sıkıcı Fransız işkencesine. Benim anlamadığım bu eziyetin boyutları herkes tarafından bilinmesine rağmen, sırf hava olsun diye her sene rutine bağlanmasıdır. Burdan Türk lümpen gençliğine sesleniyorum! arkadaşlar sırf hava yapıcam diye bu işkenceye katlanmak zorunda değilsiniz. Siz gene havanızı yapın, herkese festivale gittiğinizi söyleyin. Hangi filmlere gittin diye sorarlarsa "Bir Fransız filmine gittim 2 erkek sevişiyordu" veya " bir kırım filmine gittim, filmde toplam 3 tane diyalog vardı ama didaktik bir şahaserdi" tarzı laflar edin. Yeminlen kimse anlamaz...Bu da size Fecaat kıyağıdır...

Kargo: Evet sevmiyorum...müziklerini banal, şarkı sözlerini zorlama buluyorum. Hayatım boyunca bir albümlerini baştan sona dinleyemedim. Dağıldıkları için mutluyum...Grubun geri kalanının Mirkelam'a yamanmasını da kendileri adına doğru bir hareket olarak görüyorum.

Şehr-i İzmir: Şimdi efendim hepsi kabulümüzdür. Halkı modern, kızları güzel, kumrusu lezzetli, mezesi nefis vs...Bunlarla ilgili bir problemim yok. tabi ki yaz aylarında İzmir'in ne kadar alternatifli ve eğlenceli bir yer olduğunu da kabul ediyorum. Çeşme yarım saat, Bodrum 3 saat, Yunan Adaları 2 saat..ona da eyvallah..Fekat, eğer birisi çıkıp derse "İzmir çok güzel bir şehirdir" işte orda dur derim. Ve bunu söyleyen insanlara, mesela bir Şubat ayında, İzmir'e gitmeyi öneririm ve bu hususu sabaha kadar tartışırım (Hıncal kolla kendini, ölümüne müteakip tahtına adayım). Türkiye'nin en gecekondu şehri, dağ taş dolmuş durumda. Gece hayatı denen olgu Ankara'nın bile çok gerisinde. Şehirde doğalgaz kullanımı olmadığı için kömür soluyorsun. Tek damla yeşillik yok...Çok övünülen kordon doldurulduktan sonra vasat bir sahil kesimi olmuş, zaten mekanların kalitesi de oldukça düşük. Evet, 1 ay önce İzmir'e giden bir insanın gözlemleridir bunlar...hariçten gazel okumuyoruz yani..İzmir'lilerin küfür ettiğini duyar gibiyim, yıllığa andaç diyen insanlar topluluğuyla bir yere kadar münakaşa ederim:) en son koz olarak da Karşıyaka'dan Alsancak'a vapura binilmesini ve Alsancak tarafına doğru baktıldığında gördüklerinin tarif edilmesini isterim...waiiit for it...gri.....



Devam eder bir ara...

11 Mart 2010 Perşembe

Fecaat is Missin' Big Hair Bands...


Bir insanın tercihlerinin oluşmasında hep bir kavramla mücadele etmesi yatar. Genelde sevmediğiniz bir kişiye/oluşuma taraf olarak tanımlarsınız kendinizi. Okulda sevmediğiniz güruh popçu takılıyorsa sizin gönlünüz hafiften rock'a kayar, kıl olduğunu birisi saçlarını uzatırsa siz gider sıfıra vurdurursunuz, hayat boyu hep sarışınlar peşinizden koştuysa ve fekat gönlünüz size yüz vermeyen esmer güzeli komşu kızındaysa "sarışının adı esmerin tadı aga!" diye sağda solda kendinizi kandırırsınız.

Ne yazık ki hayat, bertaraf olmamak için, bizi hep taraf olmaya itiyor.

Mesela; uzun saçlı kızları, kendileriyle iyi anılarım olmadığından, pek sevmem.Alem i cihan olsa, uzun saçlı kızlar ilk görüşte nazarımda müsabakaya 1 0 yenik başlar.

Aslında bu uzun saçlı kız örneği tam söylemek isteyeceklerimi yansıtmıyor ama hayatım boyunca bu durumu ilk defa ifade etmenin heyecanıyla araya sıkıştırayım dedim.Kusuruma bamya...

Neyse, uzun lafın kısası, bu etkiye tepki olayı insanı 1. paragrafta bahsettiğim gibi bir şekilde yönlendiriyor. Mesela Fenerbahçe fanatikliğime dair hatırladığım ilk şey şudur.80 li yılların ortalarında, sadece takımımı soran kişilere "Fenerliyim abi" diyecek kıvamdayken, babamın çok stratejik bir hamle yapıp o zamanlar hiç kimsede olmayan orjinal bir forma takımını bana hediye etmesiyle başladı herşey (o zamanlar formayı üreten Güneş Tekstil diye bir firmaydı, ve formanın sol gögsünde güneş yazardı). Beşiktaş'ın bizi yendiği bir maçın akabinde benim çok bilinçli olmayarak giydiğim(evet malum kişiler, çocukluğuma indiniz mutlu musunuz:) mevzubahis formayla sokağa çıkmamdır biraz da fitili ateşleyen. O kadar çok laf yemiştim ki, ağlayacak kıvama gelmiştim. Yaşlı gözlerle eve doğru giderken arkamdan bir ses duydum "çocuk! bir bakar mısın". Mahallenin fırınıydı bana el eden. İlk başta gitmek istemesem de o kadar çok ısrar etti ki, kendimi dükkanın içerisinde buldum. Ahanda gene papara yiyecez derken, elime bir gazozun tutuşturulduğunu gördüm. Adam "sen bugün de bu formayı giyip sokakta dolaştın ya, bu dükkandan ne istersen alabilirsin" dedi. Gazozdan başka bir şey istemedim ve nedense koşar adım dükkandan çıkmaya çalıştım. Tam çıkacak iken adam beni kolumdan tuttu ve klüp üye kartını gösterdi. Bana ne zaman istersem gelebileceğimi söyledi. O fırına bir daha hiç gitmedim, zaten bir süre sonra da kapandı. Hala ne zmaman İncirli'den geçsem o fırının olduğu yere göz gezdiririm...

İşte bütün hayatım bu tarz anıların oluşturduğu tutkularımın beni yönetmesiyle geçti. Kafama yatmayanla kendimi yıpratırcasına mücadele ettim, sevdiğimi de takım tutar gibi sevdim.

"Eeee nedir şimdi bu hacı?" diye soranlar olacaktır. Şöyle ki: yaklaşık 10 yıldır 1-2 numara arası gidip gelen saçlarımı son bir kaç aydır uzatıyor bulunmaktayım. Bunun sebebi; ne yukarıda anlattığım gibi dazlak saçlılara ayar olmam, ne de sağlık sebepleridir. Sadece iş yerinde tarafıma yöneltilen:

"Bu saçlar ne yahu, manav gibi olmuşsun"

"Kerem senin saçların mı dökülüyor?"

"Olum ne bu böle skinhead gibi, yakışıyor mu!"

tarzı ithamlardır.

Ve çünkü insan artık yaşının ilerlemeye başladığını birbirine forwardladığı "80 li yıllar" maillerinden anlamıyor. Artık milletin suyuna gitmeye başladığınız an "delikanlı" denilen tabirin sizden uzaklaştığını fark ediyorsunuz."Milletin ağzına sakız olacağıma uzatırım bu saçı hacı!" diyip geçtiğindir insanın süngüsünün düşmeye başladığı an...

Konu hakkında yazacaklarım bu kadar...Bana da klasik "benim dertlerim herkesi ilgilendiriyor" bloger yazısı yazdıran bu hayatla hesabım bitmedi! diyeceğim ama yukarıda yazdıklarımdan sonra "hadi len" dersiniz haliylen...

bir dahaki postum da, da size mutfakta yaptığım kekler hakkında veya hafta sonu yaptğım bir gezinin fotograflar eşliğinde anlatımıyla en kötü aşk hakkında jenerik laflarla alakalı olabilir...nasıl olsa kanaldayız artık...

8 Mart 2010 Pazartesi

Tali Yol...



* Kıl olmadan geçemeyeceğim. Ne demek "Dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun"!Bütün gün yatan, baba&koca parası yiyen kadınlarımız kutlamasın mı yani bu günü. İşçi bayramı mı bu arkadaş! Sen kafadan ayrımcılık yapıyorsun bu söyleminle, nerede kaldı eşitlik? 3 sene önce hasbelkader Kadıköy'deki kutlamaların içinde bulmuştum kendimi. Tevekkeli hayatımda o kadar çirkin karşı cinsi bir arada görmemiştim. Paspal olmak,yağlı saçla dolaşmak, paçozluğun doruklarında yaşamak mıdır bu işin gereği! Zaten ben bu psikolojileri çözemiyorum, o da ayrı mevzu. İşine gelince kadınlar çiçektir su ister, işine gelince girl power...oldu canım...

* Dün akşam maçtaydım ve hakkını vererek söylüyorum, dondum...Taraftarlığın darbe yediği nokta başarısızlık değilmiş. Eğer bir insan tuttuğu takımın futbolcularından nefret ediyorsa gerçekten sorguluyor o tribündeki varlığını.Koskoca Fenerbahçe'yi Emre Belözoğluna muhtaç edenler utansın. Appiah'ları, Johnson'ları, Nielsen'leri, Tuncay'ları beyhude yere sahada aramakla geçiyor ömrüm. Jay Jay ı özleyeniniz var mı? İşte poker suratlı malum kişi de bu takımdan gittiğinde onun gibi anılacak.ahanda buraya yazıyorum...

* Chat mevzuunda kelimenin son harfinini uzatan (naberrr, iyiyimmm, seviyorummmm... vb) insanlara ne demeli ey dostlar. Sevimli olduklarını mı zannediyorlar acaba. Zamanında bir de "efet" furyası vardı,V.Ö. nün tabiriyle "azalarak bitti" de kurtulduk.

* Ne zamandır yazacağım yazamıyorum. 2 hafta önce Longtable'daydık şekerim... İnsan o tarz mekanlara gittiği zaman bu ülkede para kazanmanın çok kolay olabileceğini anlıyor. Abartı üzerine kurulmuş bir concept, ama içerik boş. Yerse...yiyor valla..Hayatımız Bank Asya 1. Liginde play off mücadelesiyle geçmiş, kendimizi Şampiyonlar Liginde bulunca ister istemez sırıtıyoruz. Zaten doğumgünü ayağına kapının girişinde masa vermişler. Bütün gece giren çıkanın çetelesini tuttuk. Kodamının biri mekana girer girmez bizi personel zannedeyazarak "Merhaba Çocuklar" dedi ya...O saatten sonra gözüm Aysun Kayacı'yı bile görmedi...durumu siz tahmin edin...

* Bir tanıdığına Bağdat Caddesi'nde rastlamakla İstiklal Caddesinde rastlamak arasında ciddi fark var sanırım. İstiklal Caddesinde; sürekli bir yere yetişme telaşı, kalabalıktan sıtkı sıyrılma hali, tacizcisi polisi sarhoşu...Bağdat Caddesi ise tam zıttı. Birinde tanıdık gördüğüne sevinirsin, diğerinde kafayı çevirmeyi bile düşünürsün. Her şeye rağmen biz İstiklal'i daha çok severiz ayrı..İnsan rahat ettiği yerde eğlenir.

* 8 Mart sebebiyle naçizane modern kadın eleştirisi: Hayat bir paylaşım değilse ,neden o kadar kastınız kişisel gelişim ayağına be canlarım.Biten ilişkilerden sonra hep erkeklerin 2yüzlü olduğunu söylersiniz. Bunu herşey başlamadan önce anlamanın yolu, karşı cinsi; kendi arkadaşlarınla, kendi sevdiğin mekanlarla, kendi sevdiğin filmlerle, kendi sevdiğin sosyal ortamlarla test etmek değil midir be iki gözüm. İşi, ilişki seviyesine getirmek neden hep erkeğin organizasyonel yeteneğine bağlıdır ki. İpleri karşı tarafa verirsen, o da istediği gibi rol yapar. Bir insanın gerçek yüzünü hep deplasmanda görmez misin (tatil, yolculuk..). E o zaman nedir bu "ben aramam o arasın", " ben bir yere çağırmam o çağırsın", "Ben mekan seçmem, o seçsin" mantığı. Ayarlayın bunları be kıymetlim...

* Avatar'a Oscar vermeyen Akademi gönlümde 3 puanı almıştır. Gerçi ödül alan filmi seyretmedim ama daha hakkaniyetli bir tercih olduğunu tahmin ediyorum.

* Eğer bu forumu takip eden yaklaşık 15 (yazıyla onbeş) kişiden biriyseniz uzun zamandır bu pasif ofsayt mevzuuna ne kadar takmış olduğumu bilirsiniz . Ahanda bakın iş dönüp dolaşıp gene oraya kilitlendi. Tekrar ediyorum, bu kuralı TR'de kimse tam olarak bilmiyor..herkes kafasına göre sallıyor. Konuyu Fenerbahçe üzerinden tartışmak fanatikliktir. Ayrıca bana özelden bir şeyler ispatlamaya çalışan, rakip takım taraftarı olan, değerli dostlarım. Burası bir fikir platformudur. Beşiktaş veya diğer takımlar hakkında fikirimi ifade etmeye de hakkım var. Hiçbirinize düşünceleri yüzünden saldırmadım veya bir şey ispatlamaya çalışmadım. Hayatım boyunca hep saldırılara cevap veren oldum. Varsa konuşacak bir fikriniz buyrun siz de yazın...Mevlana değiliz ama bizim de dergahımız herkese açıktır. Öyle özelden rüzgar yapmakla, yazıların altına isimsiz yorumlar yazmakla, olmuyor bu işler canparelerim. Hayatta en acı olan, başkasının fikirleri üzerinden kendini konumlandırmak olsa gerek...Bu blog, her ne kadar sadece ben yazsam da, kişisel bir blog değildir. Katılın değiştirelim...

* Türk Milletinin, kendi kafasınca, ezildiğini düşündüğü halklara olan sempatisini bir yere kadar kabul edebiliyorum. Mesela kendi kafamıza göre Katalanların ezilmiş bir ırk olduğunu düşünüyoruz, İrlanda'nın İskoçya'nın sömürge çaresizliğine isyan ediyoruz. Halbuse batı medeniyetinin temelinde sömürgecilik, ırkçılık yatar. Bugün Avrupa'daki güç dengesidir aslında bazı ırkları mağdur gösteren. Eğer kendimize yakın hissettiğimiz bu toplumlar muktedir olsalardı, ağababalarından farklı mı davranırdı bize. Koyu katolik bir İrlanda'lıdan müslümana sempati ile bakmasını beklemek gaflettir. Bugün hiçbir batı medeniyeti; din, dil, ırk ayırd etmeksizin insanların bir arada yaşayabildiği Osmanlı gibi,Pers İmparatorluğu gibi devletler kuramamıştır.Kuramaz da...Batı Medeniyetinde mağdur yoktur, emparyalizim için yeteri kadar gücü olmayan vardır. Ben batı medeniyetinde ırkçıyım diyeni daha çok severim, en azından ruhunda olanın gerektirdiği gibi davranır. Ayrıca Katalanya İspanya'nın en zengin bölgesidir. Neye eziliyorsunuz siboplar!...Hala Madrid! zaten lider de olduk...

*görüşürüzzzzzz, kendinize iyi bakınnnnnnnn....

2 Mart 2010 Salı

Braveheart'ın Memleketinden Demokrasi Dersi...


"Old Firm" futbolun kenarından geçmiş herkesin bildiği bir kavram. Kimilerine göre dünyanın en büyük spor olayı..Kimilerine göre de ayaktopunun çirkin yüzü...

Evet,Glasgow derbisinden bahsediyorum...

Katolik İrlanda'lıların kurduğu Celtic ile Protestan İskoçyalıların kurduğu Rangers..

Hikaye malum, 19. YY sonlarında İrlanda topraklarında yaşanan büyük patates kıtlığından sonra yüklü bir Celt Popülasyonu İskoç topraklarına göç eder.Ve burda Celtics i kurarlar..

2 takım arasındaki rekabet durumunu az çok tahmin edersiniz...Hiç İskoçya'ya gitmedim ama birbirlerinden tam anlamıyla nefret ettiklerine dair hikayeleri her futbolsever bilir.

Aşağıdaki uzun metrajlı çalışma Rangers taraftarının Celtic'liler için söylediği bir tezahuratı içeren şarkının sözleri.Ve tabi düdük İskoçların harika yorumu..

Şimdi şöyle düşünün, bu tezahuratın benzerini 3 büyüklerden birinin taraftarı Diyarbakır tribünlerine yapsa neler yaşanırdı?

Bu tezahurat nedeniyle İrlanda Hükümetinin her platformda avaz avaz bağırdığını da ekleyelim...



Well the famine is over
Why don't they go home? "Kıtlık sona erdi, neden evlerine (İrlanda) geri dönmüyorlar?


I often wonder where they would have been
If we hadn't have taken them in
Fed them and washed them
Thousands in Glasgow alone
From Ireland they came
Brought us nothing but trouble and shame
Well the famine is over
Why don't they go home?

Now Athenry Mike was a thief
And Large John he was fully briefed
And that wee traitor from Castlemilk
Turned his back on his own
They've all their Papists in Rome
They have U2 and Bono
Well the famine is over
Why don't they go home?

Now they raped and fondled their kids
That's what those perverts from the darkside did
And they swept it under the carpet
and Large John he hid
Their evils seeds have been sown
Cause they're not of our own
Well the famine is over
Why don't you go home?

Now Timmy don't take it from me
Cause if you know your history
You've persecuted thousands of people
In Ireland alone
You turned on the lights
Fuelled U boats by night
That's how you repay us
It's time to go home.


1 Mart 2010 Pazartesi

İşte Biz "O" Gün Tükeneceğiz

Halef ve saleflerimi göz önünde bulundurduğumda en şanssız Fenerbahçe'li nesile ait olduğumu söleyebilirim.Ortaokul ve lise yıllarım boyunca, bu takımın yaşayabileceği her türlü çapsızlığa şahit oldum.Her zaman fanatik biri olarak bilindiğimden bütün hayatım; başkalarının başarılarını dinlemekle, millete laf yetiştirmekle, için için kendimi yemekle geçti. Pişman mıyım? tabi ki hayır..değişmedik geliştik, uslanmadık uzlaştık. Böyle gelmiş böyle gider...

Takımın tarihinde kara bir leke olarak anılacak 90 lı yıllarda major problemler belliydi.Tesislerin ve stadın yetersizliği, günü kurtarmaya yönelik transferler, maddi imkansızlıklar, şovmen yöneticiler vs...Evet, her zaman "zengin takım" olarak adlandırılan Fenerbahçe 90 lı yıllarda sefilleri oynuyordu.

Sonra bir adam geldi, bütün Türkiye'yi karşısına almak pahasına bir şeyleri değiştirmeye çalıştı.Camiayı, 2-3 tane çapsız müteahhitin eline bakmaktan kurtardı. İstifa kolpaları dışında söylemleri hiç değişmedi. Kimseye eywallah etmeden, kimseyle ittifak etmeden, kimseyle baş başa yemek yiyip şampiyonluk kupa taksimatı yapmadan 12 yılı devirdi.

Özellikle son 3 yıla baktığımızda, problemin 90 lı yıllarda olduğu gibi imkansızlıklar olmadığı açık. Fenerbahçe,bütün o parıltılı şaşanın içerisinde,içi çekilmiş gibi futbol oynuyor. Despot ve dikta yönetim tarzı, özellikle yerli futbolcuların müthiş bir stres altında top oynamasına sebep oluyor.

Arkadaşlarımdan tepki görmek uğruna yılladır savunduğum bir şey var. Bir takım star oyuncusunun mantelitesine göre top oynar. 2 golle sezonun kurtarıldığı, emek hırsızlığının cezasız olduğu, umarsamazlığın olgunluk, ruhsuzluğun soğukkanlılık olarak algılandığı bir takımda genç bir oyuncuya nasıl mücadele ruhu aşılayabilirsin. Ben ne kadar koşarsam koşayım ıslıklanacağım, ama 2 gol atsam kral olurum mantığı 5 senedir bu takımı mahvetti.
Emre 18 li yaşlarında Hagi gibi hırslı birisinin değilde "O" nun yanında yetişseydi böyle kendini parçalar mıydı!
Guiza,Kezman kazmaydı da Anelka'da mı öyleydi???
Bu takımdan her giden golcü "O" nun pas seçimlerinde taraflı davrandığını söylemedi mi?
Oğuz Çetin'in çetesi bu takıma 10 sene kaybettirdi...aynı filmin tekrar oynandığını görmek için bu kadar mı kör olmak lazım....

uzun lafın kısası..bu takımda her şey değişiyor...ama 2 kişi değişmiyor...Biri camiayı biri takımı yönetiyor...

bu 2 kişi gitmeden takımdan bir şey beklemek hayaldir...bu takımın daha demokrat bir yönetime, daha "adam" bir kaptana ihtiyacı var...Gerisi yalandır

Aksini düşünen de, bu saatten sonra benim için İhanettedir..