26 Ekim 2010 Salı

Facebook Taleplerim

• Kimse nasıl İstanbul trafiğinde sıkışıp kaldığını ileti olarak yazmasın! Mal bu, ayran olur cacık olmaz. Yeni mi fark ettiniz İstanbul’da trafik olduğunu!


• Yılmaz Özdil yazılarını post eylemek yasaklansın! Hayatta tek ekmeği AKP olup, hiçbir fikir üretmeden laf cambazlığıyla pirim yapmaya çalışan basiretsizler midir bizim medya kahramanlarımız?

• Kızlar terk edildikten sonra Can Yücel’den alıntılar yapmasın! Bıktık artık “Bağlanmayacaksın körü körüne” şiirini okumaktan. Bir zamanlar Şebnem Ferah’ın “Sil Baştan” şarkısı tüketildi bitti de, sıra ustaya mı geldi.

• “Kız kıza çıktık bu gece” kolpası bitsin! Çok mu matah bir şeydir Çamlıca Kız Lisesi Pilav Günü tadında takılmak. Erkeklere “Çok güçlüyüm size ihtiyacım yok” mesajını vermenin daha naif yolları olmalı. Ayarlayın bunları…

• İçinde insan fotoğrafı olmayan kedi albümleri engellensin! Kediniz sevimli değil ve çok anlamlı bakmıyor. Bizden söylemesi…

• Evlilik,nikah gibi kutsal hadiseler event olarak açılmasın! Boşanırsanız duruşmanızı da “event” leştirmeye maçanız sıkıyor mu peki? “Event occurs at” miş…tövbe…

• Kimse kimseyi Tekas Hold’em poker e davet etmesin. Siz kredi kazanacaksınız diye neden çekmeye çalışıyorsunuz bizi oraya?

• Gecenin bir körü uyuyamama eylemine dair isyankar iletilere bir çeki düzen verilsin! Uyuyamıyorsan banane. Çok müşkil durumdaysan koyun say!

• Karşı ideolojiye, rakip takıma, eski sevgiliye, gıcık patrona, hayırsız arkadaşa laf sokmak, hatta çirkinleşmek yaygınlaşsın! İnsanlar bu iletileri beğensin, müspet yorumlar yapsın. Kaos hüküm sürsün, kimsenin içinde kötü şey kalmasın...

Suat (III)

-Erman Cengiz?

-Evet , benim.

-Erman benim, Suti… Nasılsın?

-Suti! N’aber yahu… Şaşırttın beni.


Suat, bütün hafta onunla konuşmak için yanıp tutuştuğunu, onu görebilmek için süpermarketin İstanbul’daki 3 ayrı şubesini bir şeyler almak bahanesiyle ziyaret ettiğini söylemedi. Aslında ayaküstü konuşmalarından öteye fazla bir şey de konuşmadılar. Suat eski günleri yâd etme arzusundaydı ama konuyu açmayı kendine yediremiyordu. Acıbadem’deki o gün de Erman’a karşı aynı tutukluğu yaşamıştı.


***

Lisedeyken eve döndüğünde yengesiyle aynı evde kalmaktan rahatsız olur, amcası gelene kadar kendini dışarı atardı. Hastaneye kadar bir tur atar, apartmanın önünde amcasını beklerdi. Akşamları genelde ders çalışmak ve amcasıyla sohbet etmekle geçerdi. Bir gün, gene derinlere dalmışken, kafasını kaldırıp onu görmüştü. Tiril tiril sarı saçları, kirli suratı ve soğuktan tir tir titremesine engel olamayan muşamba montu ile karşısında duruyordu.

-Merhaba arkadaşım. Hep buralarda görüyorum seni, nasılsın? Suat çekingen tavrıyla bir şeyler geveledi. Erman konuşurken başını yerden kaldırmayan bu çocuğu sevmişti. Biraz daha muhabbet etmişlerdi ki Koca Rıza’nın gelişiyle sustular.

–Yarın görüşürüz Suat!

Koca Rıza bu yakınlaşmadan hoşlanmamıştı. Suat’a bu çocuğun serseri olduğunu ve onunla fazla görüşmemesi gerektiğini söyledi. Suat onaylarmış gibi yaptı. Suratı yara içindeki bu serseri çocuk, anlamadığı bir şekilde onu çekmişti.

Tam beş senesi Erman ve yeni arkadaşlarıyla geçmişti.

***
Erman ile Cuma günü tekrar konuşmak üzere sözleştiler.

Telefonu kapatır kapatmaz dâhili hattından sekreterin aradığını gördü. Kayınpederi kendisiyle görüşmek istiyordu. Suat’ı asla cep telefonundan aramazdı. Bunu, teknolojiye çok alışamamak olarak yorumlasa da, esas niyetinin konuşmalarına resmiyet katmak olduğu açıktı.

-Merhaba baba

-Suat nasılsın oğlum?

İş hayatı ile ilgili biraz lafladıktan sonra kayınpeder esas konuya geldi. Suat böyle bir şeyi bekliyordu. Aysel’in babasını arayıp işlediği açıktı. Babası gene, buna hakkı olup olmadığını sorgulamadan, konuya müdahil olmuştu.

-Suat, bu hafta sonu itibariyle dağa gidiyoruz. Kar seviyesi fevkaladeymiş. Sizi de bekleriz. Petek için de değişiklik olur. Sevinir yavrucak. Sonra dönersiniz.

-Bilemiyorum baba, Cumartesi günü toplantım olabilir. Ayrıca Pazar günü için de arkadaşlarıma verilmiş bir sözüm vardı…

-Evet, Aysel bahsetti. Suat, bir şey soracağım, nereden çıktı bu maç işi?

Suat’ın karşı karşıya kaldığı muamele son zamandaki hayatının özeti gibiydi. O an içinden gelen bir ateş topunun boğazında düğümlendiğini hissetti. Gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. Hiç tarzı olmadığı halde, hararetli bir konuşma yapmaya kendisini hazırlamıştı ki, Koca Rıza’nın sesini duydu bir yerlerden. “Yapma evlat, o senin büyüğün. Yapma…”. Suat sakinleşti. Durumun eski arkadaşlarıyla sıradan bir buluşma olduğu konusunda açıklama yaptı. Hafta sonu için de Aysel ile konuşacağını söyleyip nazikçe telefonu kapattı.

Suat ilk defa o gün asansör aynasında kendisine bir başka şekilde baktı. Üniversite yılları aklına gelmişti.

***
Sınavlara, o kadar hengâmenin içinde amcasının zorlamasıyla hazırlandığını, yarım yamalak bilgisiyle nasıl da iktisat fakültesini tutturduğunu hatırladı. O zamanlar farklılardan da farklı bir hali vardı okulda. Seksen sonrasının politik duruşunu korumaya çalışan ve bu olaylardan uzak durmak için azami gayreti sarf eden kutuplardan başka bir yerde, başka ihtirasların peşinde, sessiz bir öğrenciydi o. Sağ-sol çatışması içindeki öğrencileri görünce hep babasını hatırlardı. Birçoğu Suat’ı aralarına katmak istese de, o hep bu konuların dışarısında kalmayı tercih etmişti. Aktif öğrenciler Suat’ın aslında nasıl biri olduğunu bilirdi. Bu sessiz çocuğun üzerine fazla gelinmesine vereceği tepkiyi tahmin edebiliyorlardı. Acıbadem’li Suti’nin şöhreti, İstanbul Üniversitesi koridorlarına çoktan ulaşmıştı bile…

Suat ilk iki sene üniversiteye doğru dürüst uğramamıştı. Kendine göre daha mühim meseleleri vardı. Amcasının çektiği restle, son 2,5 senede okulu bitirmişti. Tabii bu mezuniyette ona uzaktan hayran olan alt sınıfların da yardımı yadsınamazdı.

***
Boğaz trafiği aynı yoğunlukta olsa da, o gün evin yolu daha bir kısa geldi. Radyolardaki ana konu hafta sonu gelecek olan soğuk hava dalgasıydı. Pazartesi günü okulların tatil edilebileceğinden bahsediliyordu.

Suat anahtarla kapıyı açtı. İlk duyduğu Petek’in sevinç çığlığı oldu. Her eve geldiğinde karşılaştığı bu merasim, onun için dünyalara bedeldi. Kızına sarılırken arka odadan Aysel’in geldiğini gördü. Aysel, soğuk bir hoş geldin ile onu karşıladı. Suat umursamış gözüktü bu tavrı, karısına sarıldı ve hatırını sordu. Aysel’in kendisinden sonra da babasıyla konuştuğunu biliyordu. Suat’ın, kayınpederine hafta sonu için kesin bir şey söylememesi onu rahatsız etmişti. Bu, Suat’tan görmeye alıştığı tavır değildi. O’nun her zamankinden daha neşeli hareketleri sinirini ve merakını arttırdı. Ama bir şey söylemedi. Kocasının bu tarz konuşmaları başlattığına hiç tanık olmamıştı. Genelde bu meseleleri kendisi açardı. Alışık olmadığı üzere, Suat yemek masasında konuya girdi:

-Bugün babam aradı beni, lafladık biraz.

-Hıı… Evet...

-Biliyor muydun?

-Evet, bir ara biz de başka bir konu hakkında konuştuk. O sıra mevzusu geçti…

-Hafta sonu dağa gidiyorlarmış. Bizim de gelmemizi istediler. Sen gitmek istiyor musun?

-Senin planın yok muydu?

Suat duraksadı. Karısıyla herhangi bir konu için tartışmak, isteyeceği en son şeydi. Güzel karısını herhangi bir sebepten dolayı üzmeye hakkı yoktu. Bununla beraber  kendisi için bir şeyler yapmaya başlamasının gerektiğinin de farkındaydı. Boğulacak gibi olup, uyandığı geceleri istemiyordu artık. Hep dilinin ucundaki cümlelerle yaşamak zor gelmeye başlamıştı. Artık o cümlelerin, sevdiği insanların dilinin ucuna yerleşme sırası gelmişti.

-Evet var. Hatırlarsan Pazar günü Petek’le maça gidecektik. Babanın teklifi de çok cazip. Bak ne diyeceğim, benim Cumartesi günü önemli bir toplantım var. Geç saatlere kadar sürer. Pazar günü de malum sözüm var, iptal edemem. Bu hafta sonu kar geliyormuş, istersen sen Petek’i al ve babanlarla dağa git. Pazar günü maçtan sonra ben de sizin yanınıza gelirim. Bir haftalık Uludağ tatilini hak ettiğim konusunda şirkette kimsenin lafı olmaz sanırım. Bütün hafta tüm aile baş başa tatil yaparız. Hepimizin çok ihtiyacı var buna. Senin de itirazın olmazsa babamı arayacağım bu hususta.

Aysel, bu makineli tüfek intizamı ile verilmiş cevap ile önce yutkundu. Fazla üzerinde düşünmeden kabul etti. Suat, hiç vakit kaybetmeden, Petek’e dağ için bir şeyler almaları gerektiği konusunu açtı. Aysel konuları yakalayamıyordu. Genelde Suat’ın söylediklerine onay verdi. Sofrayı toplarken ağzından zorlukla kelimeler döküldü.

–Suat, Pazar günü….kimlerle gideceksin maça?

Suat Acıbadem’den lise arkadaşları ve şirketten çocuklarla beraber gideceklerini söyledi. Hafta sonu olan maçın çok önemli bir derbi olduğunu, gazetelerin spor sayfalarındaki haberleri refere ederek anlattı. Aysel bir şey söylemedi. Kocasındaki bu coşkuya alışkın değildi. Kendine gelip konuyu daha derin irdelemeye karar verdi ki, Suat’ın telefondaki konuşmasını duydu. Babasıyla konuşuyor, önümüzdeki haftaki planı anlatıyordu.

***
Cuma günü herkes şirkette Suat’ı konuşuyordu. Son günlerdeki tavır ve hareketleri eskisinden farklıydı. Kadınlar, Suat’ın metresi olduğunu düşünüyordu. Hatta bazı adaylar üzerinde yoğunlaşmışlardı bile. Erkeklerin ise tamamen farklı bir yerden irdeliyorlardı konuyu. Onlara göre Suat genel müdür yardımcılığına terfi edilecekti. Bu coşkusunun sebebi buydu. Suat mesai sonuna doğru yardımcısına seslendi: “Maykıl! Buralar sana emanet. Bankalarla bir sıkıntı çıkarsa otelin telefonundan ara beni.” Yardımcısı gülümsedi ve başıyla onayladı. O sıra Suat’ın telefonu çaldı. Öğlen saatlerinde aradığı Erman, hala cep telefonu taşımaya alışamayan biri olduğu için, ancak bu saatte ona dönmüştü.

-Boniek, şimdi mi arayabildin?

-Suti kusura bakma, bir alışamadım şu merete. Hafta sonu geliyorsun değil mi? Herkese söyledim.

-Evet, nasıl yapıcaz…?

-Bir gece önceden toplanıyoruz. Eski günlerdeki gibi… Herkes çok heyecanlı... Genç arkadaşlar da seninle tanışacakları için heyecanlılar.

Suat ayrıntıları aldı. Aysel’leri uğurlamaya yetişmesi gerekiyordu. Apar topar şirketten çıktı.

Eve gittiğinde kayınpederi eşyaları arabaya yüklüyordu. Bütün çabasına rağmen gene trafiğe takılıp geç kalmıştı. Ayaküstü bir sohbetten sonra Petek’i kucakladı ve öptü. Fazla üşümesin diye hemen arabaya bindirdi. Kayınpederi ona arabasını almamasını, Pazar günü yolda kalabileceğini, haftaya hep beraber dönebileceklerini söyledi.

Suat, Aysel ile yüz yüze geldi. Karısına sarıldı. Kulağına, içinden gelen ilk şeyi fısıldadı.

-Aysel seni çok seviyorum. Pazar günü orada olacağım.

Aysel kafasıyla onayladı. Kocasından bu cümleyi bu kadar içten duymayalı bayağı bir zaman olmuştu. İki gün boyunca hep bunu düşünecekti. Bir ara babasına gelmekten vazgeçtiğini, yarın Suat ile geleceğini söylemeye karar verdi. Sonra Petek’e bakıp vazgeçti….

6 Ekim 2010 Çarşamba

Suat (II)

Suat Pazar sabahı uyandığında henüz herkes yataktaydı. Normalde bu saatlerde kalktığında kahvaltılık bir şeyler alırdı. Saat 09:15, Aysel ve Petek’in uyanmasına daha çok var. Biraz dolaşmak iyi gelebilirdi. Paltosunu giydi ve dışarı çıktı. Apartmanın kapısını açtığı an şubat soğuğunu yüzünde tokat gibi hissetmişti. Sokakta saatlerce tek başına yürümek…Küçükken kendiyle baş başa kalmak için tek şansı buydu. Artık bunun yerini, köprü trafiğinde geçirdiği zamanın aldığını fark etti. Tek farkla, arabadayken hep kötü şeyleri düşünüyordu, yürümek ise mutluluktu. Uzun zamandır tek başına yürümediğini düşünürken, evinden 100 metre bile uzaklaşmamıştı ki, telefonunun çaldığını duydu.

-Suat, fırına mı çıktın? Gelirken süt de alır mısın?

Aysel normalde bu saatte asla kalkmazdı. Kapı sesini duyunca meraktan aramıştı. Suat’ın yalnız yürüme hayalleri başlamadan bitti.

Eve döndüğünde Aysel’in suratında bu kadar erken uyandırılmanın memnuniyetsizliğini gördü.

-Hayırdır, hiç bu kadar erken kalkmazdın. Hasta mısın yoksa?

Aysel de, her kadın gibi, en ufak bir sıkıntıyı hissedebiliyordu. Uykusunun kaçtığını, Cuma günkü toplantının kafasına takılığını söyledi. Pazar kahvaltıları Aysel için önemliydi, suratındaki ifadeyi değiştirip masaya oturdu. Kahvaltıdan sonra Aysel yeni aldığı cep telefonunun sunumunu yaptı. Çok pahalı olduğu belliydi. Suat, öncekine göre ne farkı olduğunu sorma gereği hissetti.

-Kamerası var Suat. Görmüyor musun?

Suat fotoğraf makinası ile cep telefonunun bir arada olması durumuna şaşkınlıkla baktı. Gerçekten kafasında oturtamamıştı. Ne gerek vardı ki! Aysel’e düşüncesini belli etmedi. Böyle lükse kaçan alışverilerde , Aysel’in kendisinden bağımsız malum bir bütçesi vardır. Ailesi hayat boyu her istediğini almış kızlarının “mağdur” duruma düşmesini istemezdi tabi. Suat, karısı adına sevindiğini söyledi ve Petek ile oynamaya koyuldu.

Öğle saatlerine doğru sabahki erken kalkma miskinlik olarak geri dönmüştü. Aysel ve Petek, her Pazar yaptıkları gibi, bir köşeye kıvrılmış uyuyorlardı. Suat tekrar yürüyüşe çıkmayı düşündüyse de bundan vazgeçti. İçinde tarif edebildiği ama üzerine düşünmek istemediği bir sıkıntı vardı. Kendi başına bir şeyler yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. Hatta bunun nasıl bir şey olduğunu dahi unutmuştu. Haftanın bu saatlerinde gazete okur TV de bir şeyler var mı diye bakardı. Yapmadı. Yatak odasına gitti ve Aysel’in kulağına eğildi.

-Aysel…Aysel….

-Hııı….

-Ben arabaya antifriz almaya gidiyorum. Önümüzdeki hafta çok soğuk olacakmış.

-Hıı…tamam.

Suat aynı gün ikinci defa evden ayrılmak üzere giyindi. Dış kapıya doğru yönelmişken karısının sesini duydu.

-Suat! Akşama babamlara davetliyiz biliyorsun. Fazla geç kalma istersen.

Suat bu programı unutmuştu. Birden içindeki sıkıntının daha da arttığını hissetti.

---

Arabasına Süpermarketin otoparkında bir yer bulabildiğinde çok mutlu olmuştu. Pazar günlerinin o devasa karmaşasının bir dışa vurumuydu bu mekânlar. Yapacak hiçbir şey bulamayan insanların, kendilerini tatmin ettikleri dövüş arenalarına benziyordu. Böyle yerlerde saatlerce alışveriş yapan birini kameraya çekip sonra izlettirsen, ne kadar da iğrenirdi kendini kaybetmesinden.

Çok da ihtiyacı olmadığı antifrizi hiç aramadan buldu Suat. Koskoca alışveriş arabasına koyduğu kutu, tek başına komik durmasın diye, Petek’e de abur cubur bir şeyler aldı. Yaklaşık 10 dakikadır şuursuzca dolanıyordu. Kendine itiraf etmek istemese de o eski arkadaşını görebilmekti niyeti. Hatta kendisinden özür dilemek, eski günleri yâd etmek hevesindeydi. Eskiden Erman ve diğer arkadaşları evine sık sık gelirdi. Amcası en başta o gruptan memnuniyetsizliğini açıkça belli etse de, bir süre sonra muhabbete katılır, bizzat kendi anılarını anlatmaya başlardı. “Siz bilmezsiniz çocuklar, sene 1949... Şimdiki Çırağan Otel’in olduğu yer var ya…”. Suat bugün baktığında o zamanki arkadaşlıklarının kendisine çok şey kattığını görüyordu. Şirkette kendini diğer çalışanlardan ayıran bütün o özellikleri, hep o yıllardan kalmaydı. Kimseden korkmazdı, hazırcevaptı ve düşündüğünü söylerdi. Artık her yerde görmeye başladığı çıtkırıldım erkeklerden biri asla değildi. Bu tarz insanları da sevmezdi. Şirketteki en büyük kavgalarını insan kaynakları bölümü ile verir, onların kendi departmanına layık gördüğü adayların çoğunu reddederdi. İşe alım sırasında adaylara sorduğu sorular bütün şirkette anlatılır, şaşkınlıkla karşılanırdı. “Beş sene sonra kendini nerede görüyorsun” Suat için en anlamsızı buydu. İnsanlar yarın ne olacağını bilemezken beş sene sonrasını sorgulayarak karara varmaya çalışmak ne komikti. O hep “3 sene önce bu zamanlar, neler yapıyordun?” diye sorardı. Önemli olan bugünlere nasıl gelindiğiydi Suat için. Zaten gelecek beraber yaşanacaktı. Kendisine bu şirkete ilk girdiğinde o soru sorulmuş olsaydı muhtemelen alınacak cevapla kapıdan dahi içeri sokulmayacaktı. Ama şu an şirketin üst düzey bir müdürüydü işte. Kendisi gibi saplantılar yaşamış insanları severdi. Bir şeye körü körüne bağlanmayı göze almış, aklını emanet edebilmiş adamlarda kendini bulurdu. Bir keresinde iş başvurusu yapan biri, formdaki üyesi olunan sosyal organizasyonlar kısmına “Michael Jackson Fan Kulübü” yazmıştı. Suat bu finans uzmanı adayını görüşmeye çağırmış, çocuğun bir gün M. Jackson ile tanışma hayallerini, Türkiye’deki konserine bütün ısrarlarına rağmen babasının nasıl göndermediğini, fotoğraf koleksiyonunu, uzun uzun anlattırmıştı. İnsan kaynakları müdürü çocuğu gülerek dinlemişti. Nasıl olsa bu pozisyon için hayalperest bir yeniyetmeyi işe almayacaktı. Daha olgun birine ihtiyacı vardı. Suat o çocuk için ısrar etti, karşısındaki direnişe rağmen işe aldırdı. Genel müdür bunun sebebini sorduğunda “Bu kadar alakasız bir şeye bu şekilde karşılıksız bağlanabilen birisi, ya işine de böyle bağlanırsa?” diye cevap verdi. Herkesin 3 kuruş fazla maaş için arkasına bakmadan şirket değiştirdiği bir sektörde böyle saplantılı gence ihtiyaçları olduğu konusunda amirini ikna etti. O günden beri o çocuk yanındaydı. Herkesin saygısını kazanmış, Suat’ın güvendiği bir çalışan olmuştu. Suat bazen ona keyifle Michael Jackson’u sorardı. Çocuğun yüzü kızarırdı, belli ki kimsenin onunla dalga geçmediği bir ortamda, saplantısını daha da sahiplenmek yerine onu sorgulama fırsatını bulmuş, hırsını kariyerine kanalize etmişti.

Erman ortalarda gözükmüyordu. Süpermarketin her köşesine bakmış ama onu bulamamıştı. Bu işi, tekrar hasbelkader bir karşılaşmaymış gibi kotaramayacağını anladı. Market çalışanlarına sordu. Erman’ın bakım müdürü olduğu, büyük bir arıza çıkmadığı sürece Pazar günleri çalışmadığı, kendisini hafta içi genel merkezde bulabileceği söylendi. Suat, Erman’ı bir raf işçisi zannederken aldığı cevapla şaşırmıştı. Bir kez daha kendinden utandı. Ne fark ederdi ki…. Vay be Erman! Eskiden de becerikliydin zaten...

---

-Petek’i hangi okula göndermeyi düşünüyorsunuz Suat?

Kayınpederinin bu sorusu, her zaman olduğu gibi, netti. Hikâyeden hoşlanmaz, direk konuya girilmesini isterdi. Suat, Moda tarafındaki bir kolejden bahsetti. Kayınpeder, öğretmenleri ve okulun koşullarını sorgulayıp sorgulamadığını sordu. Daha sonra bir ahbabının Kalamış’taki okulundan bahsetmeye başladı. Anlaşılmıştı, Petek Kalamış’taki okula gidecekti. Suat; Aysel’in de, her zaman yaptığı gibi, babasını destekleyen tavırlarını görünce konuyu uzatma gereği duymadı. Yemekler yenilip, oturma odasında havadan sudan birkaç muhabbet yapıldıktan sonra Suat ve ailesi kalkmak için izin istedi.

Petek arka koltukta uyuyakalmıştı. Bütün gece herkesin ilgi odağı olup şımartılmak onu yormuştu. Aysel, üstü komşularıyla ilgili bir şeyler anlatıyor, Suat hiç ilgilenmese de konuşulanlara basit yorumlar yapıyordu. Sonra bir an, sabahtan beri içindeki sıkıntı kursağından geçerek kelimelere döküldü.



-Aysel, ben Petek ile maça gitmek istiyorum.

Konuşmasının böyle bıçak gibi kesilmesine alışkın olmadığından, Aysel bir süre durakladı.

-Ne maçı? Anlamadım?

-Şirketteki arkadaşlar her hafta çocuklarıyla maça gidiyor. Ben de onlara özendim. Çocuk hep evde, hem bana hem ona değişiklik olur.

-Suat, 5 yaşındaki kız çocuğu bu soğukta maça mı götürülür!

-Statların üstü kapalı. İyice de giydiririz. Numaralı yerde oturacağız, istersen sen de gelebilirsin. Çocuk seneye okula başlayacak alışsın kalabalık ortamlara.

Aysel, Suat’ın bu kararlı konuşması karşısında şoke olmuştu. Anlamsız bulduğu bir şeyle karşı karşıyaydı. Anlık bir şey olduğunu düşündü ve konuyu uzatmadı. Suat ne Aysel’in maça geleceğini ne de Petek’i göndereceğini zaten biliyordu. Niyeti kendi başına gitmekti ve Aysel’i gitmek istediği yerin gerçekten stadyum olduğuna ikna edebilmek için, Petek’e ihtiyacı vardı.



İkisi de o akşam bir daha hiç konuşmadılar.

Devam edecek...

5 Ekim 2010 Salı

100. Post'a Yakışacak Şekilde

The military system, which I abhor... This plague-spot of civilization ought to be abolished with all possible speed. Heroism on command, senseless violence, and all the loathsome nonsense that goes by the name of patriotism -- how passionately I hate them!