26 Temmuz 2009 Pazar

Neden Kolpasın Fulya?

1-) Öyle ay parçası gibi kız, karizmayı yerlere düşürüp, gidenin arkasından ağlamaz.

2-) Fularlı üstad Hıncal Uluç un dediği gibi "Kadın milleti maymun gibidir, bir dalı tutmadan diğerini bırakmaz". Fulya gibi 10 numara hatun, bu şekilde bir muameleye maruz kalsa bile hemen b planını devreye sokar, koluna takar, bebekte 3-5 tur atar.

3-) O çekim kalitesi dandik fotoğraf makinasının video modu ile yakalanamaz.

4-) Onlar nasıl yeni eşyalar öyle!

5-) Hiç bir futbol takımı kolay kolay taraftara özel futbol topu imzalamaz. Zira bu meşakatli bir iştir. Hazır imzalanmışlar seri üretim olarak satılabilir, fakat onun dışında böyle bir topa sahip olmak için delikanlının adının Mert Özgener olması lazım.

6-) Sen neden Mert'in cinsel fantazileri için sana aldığı elbiseyi satıyorsun arkadaş??? Burada kaybeden kim...?....3. şahıslar bunu duyduğunda Mert'e helal olsun der. "Bu elbiseyi yeni erkek arkadaşım için giyeceğim, sen de çatla" tarzı laflar et bizde anlayalım. Biz bu işin içinden çıkamadık...


7-) Mert'in mevzubahis fotoğrafına baktığımızda, arka planda ortaokul öğrencisi ranzası görüyoruz. İnsan kardeşinin odasında böyle fotoğraflar çektiremeyeceğine göre bu ikinizden birisinin odası mıdır? bu yaşta hala ranzada mı yatıyorsunuz hafız! Yoksa bu da elbiseli fantazilerinizin bir parçası mıdır?

8-) Begüm'ün kıçı büyük anladık, ama sende de göğüs yok o nasıl olacak? Mert belki ete hasret kalmıştır. Hiç olaya bu açıdan bakmayı denedin mi?

Ne 4-3-3 müş..!


İddia:

Galatasaray bu mantıkla yönetilmeye devam etsin ilk 10 haftada lige havlu atacaktır.


Özet:

Ne bitmez geyikmiş bu 4-3-3. Kurban olduğum Türk Futbolunda her 5 senede bir aynı teraneyi dinlemek zorundayız sanki. Benim "Zeman Sendromu" dediğim bu gaza gelmelerin taraftarı hala bu kadar heyecanlandırdığını görmek ne kadar komik! Neymiş efendim, Galatasaray Barca gibi oynayacakmış, hep hücum düşünülecekmiş mişmiş de mişmiş....Yahu aklı evveller!, FJ'nin bu organizasyonu yapabilmesi için en az 3 sene uğraşması lazım. Sizin Barca dediğiniz takım 1990 yılından beri aynı sistemle oynuyor. Adamlar sırf bu sistemi devam ettirebilsin diye (evet bunun adı teknik direktörlük değil, memur zihniyeti ile sistem devam ettirmektir) kendi camialarından deneyimsiz adamları başa getiriyorlar. Barca'da başarılı olmak, teknik direktörlük yetileri ile ilgili değildir, insani ilişkilerle ilgilidir. Hiç aklınıza gelmedi mi CL şampiyonu takımın hocası FJ'yi bir allahın takımının neden istemediği?

Ayrıca 4-3-3 oynayabilmek için; savunma hattından santraforuna kadar oyunun içinde olan, futbolu çift yönlü oynayan, çok sağlam kondisyonu olan bir takıma ihtiyacınız vardır. Yani bu oyun; Servet ve Gökhan Zan gibi kazmalarla, Hakan Balta gibi orta sahayı geçmeye korkan beklerle, Mehmet Topal gibi 2 metreye pas atamayan ön liberolarla, Kewell gibi 15 dakikalık starlarla (Andy Warhol'un kulakları çınlasın), Keita gibi takım oyunuyla alakası olmayan pırpırlarla OY-NA-NA-MAZ!


Ne Olur ?:

İddiamızda da belirttiğimiz gibi kötü sonuçların akabinde, Hagi'nin temellerini attığı, Gerets'in geliştirdiği mis gibi sisteme dönülür. O zaman FJ ye ne gerek vardı diyenler olacaktır, umarım bu kendine gelme Galatasaray camiası için iş işten geçmeden olur. Zira, FJ kariyerinde hiç bir teknik beceri gösterememiş bir teknik direktördür. Tek övündüğü şey Messi'yi kendisinin keşfettiğidir. Gerçekten de öyle bir futbol fakirini keşfedif, onu geliştirip bu seviyelere getirmek büyük bir olaydır!


4-3-3 Demiştin Hacı?:

Galatasaray oynayamaz...Mevcut durumda bu sisteme en uygun kadro Fenerbahçe'dedir. Daum'un mağlup duruma düştüğü maçlarda işi nasıl abarttığını biliyoruz. İzleyelim görelim....


22 Temmuz 2009 Çarşamba

ALİ...


Başın Öne Eğilmesin,
Aldırma Gönül Aldırma.........


Konserlerde, mitinglerde, stadyumlarda nasıl da bağıra bağıra söyleriz, Sabahattin Ali'nin memleketim Sinop'un ünlü cezaevinde cezasını çekerken, duvarları yalayan dalgaların ahenginde yazdığı dizelerini.

Hiç düşündünüz mü bu büyük edebiyatcının neden mapusa düştüğünü?

Leylim Ley'in, Melankoli'nin, Kürk Mantolu Madonna'nın yazarının blog camiasının sevdiği tabirle neden bu kadar "underrated" olduğunu?

Bakınız Didem OKTAY araştırmasında bu durumu nasıl anlatıyor:

Yine bu dönemde, ilk hapis cezasını da, yazdığı iddia edilen bir şiir yüzünden almıştır. Şiirin adı “Memleketten Haber”dir. Aslında Sabahattin Ali bu şiir yüzünden değil de Cemal Kutay’ın iftiraları yüzünden ilk hapis cezasını almıştır desem daha doğru olacak. (Cemal Kutay’ın iftirasının ve tabi ki Sabahattin Ali’ye duyduğu öfkenin sebebi ise şu olaylardan ibarettir; Sabahattin Ali, Cemal Kutay’ın sahibi olduğu Konya Yeni Dünya Gazetesi’nde Kuyucaklı Yusuf romanını bölümler halinde yayımlamaya başlar. Ama yazara telif hakkını bir türlü ödemez Cemal Kutay. Bunun üzerine Sabahattin Ali de Kuyucaklı Yusuf’un yayımlanmamış bölümlerini gazeteye göndermeyi keser, yayımı yarıda bırakır.)
“Memleketten Haber” şiirini Sabahattin Ali’nin, Cemal Kutay’ın bulunmadığı bir toplantıda okuduğu iddia edilmiştir. (Cemal Kutay’ı bu şiirden haberdar edenler de (24 Aralık 1932 tarihli mahkemede Mehmet Emin Bey ve Cemal Kutay’la birlikte şahitlik yapan) Recep Bey ve Eyüp Hamdi’dir bence, çünkü toplantıda bulunanlar Recep Bey ve Eyüp Hamdi’dir.) İddialara göre Sabahattin Ali Atatürk’e aşağıdaki şiirle hakaret etmiştir;


MEMLEKETTEN HABER
Hey anavatandan ayrilmayanlar
Bulanik dereler durulmus mudur?
Dinmis mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varilmis midir?
Asarlar mi hâlâ hakka tapani?
Mebus yaparlar mi her saklabani?
Köylünün elinde var mi sabani?
Siska öküzleri dirilmis midir?
Cümlesi belî der Enelhak dese,
Hâlâ taparlar mi koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali'nin boynu vurulmus mudur?
Koca teres kafayi bir çekince
....................
İskendere bile dudak bükünce
Hicabindan yerler yarilmis midir?

21 Temmuz 2009 Salı

Düzen ve İlerleme...


Şimdi, ilk olarak bazı şeyleri hatırlatmakta fayda var. Brezilya Milli Takım Kadrosu oluşturulurken hiç kimsenin değiştiremeyeceği ritüeller vardır. Mesela, dünyanın mevkisinde en iyi 21 tane oyuncusu Avrupa'da oynayan Brezilya'lılar olsa bile, kesinlikle bütün kadro o futbolculardan oluşturulmaz. Başka bir deyişle Brezilya milli takımının, Brezilya Liginde oynayan futbolcular kontenjanı vardır. Bir örnek vermek gerekirse Cesar Sampaio 1998 Dünya Kupasında fırtına gibi esmiş bir kardeşimiz olmasına rağmen, hayatı boyunca hiç bir Avrupa klubünde oynayamayan vasat bir Brezilya Ligi oyuncusudur. Bahis ettiğimiz kontenjandan kadroya girip sivrilmiştir, ama o kadroda babamda oynayacağından hiçbir klübe kendini kakalayamamıştır( sanırım Japon takımları yemi yutmuş...). Yeri gelmişken söyleyeyim, kendisi final gecesinden önce Ronaldo'ya ilk tıbbi müdahaleyi yapan şahıs olarak da belleklere kazınmıştır.


Bu yazdıklarım, gecenin bir yarısı yeni transferlerimiz FBTV'de açıklanırken aklıma geldi. Adlarını bile duymadığım 2 tane futbolcu bu sene Fenerbahçe'de ter dökecek. Santos denen kavruk delikanlıyı överken, Konfederasyon kupasında Milli Takımın sol beki olduğundan dem vuruluyor. E zaten amaç ta bu be babacım... adamlar bu şekilde, her turnuvada birini cilalılyorlar. Kleberson'u ne çabuk unuttuk!

Öteki arkadaşın adını bile duymadığımdan bir yorum yapamayacağım. Fakat, bunu söylemek acı da olsa, 2 futbolcu da Maldonado'dan kariyerli değil. Daum, Fabiano'yu ilk getirdiğinde de Youtube'dan ne görüntülerini izlemiştik. Dolayısıyla önümüze sunulan her gol görselini göz ardı edelim ve kurt hocanın başka bir Nobre yakaladığı düşüncesiyle kendimizi avutalım.


Esas konum bu değildi, uzun zamandır yazmamanın gazıyla biraz fazla uzattım.Şimdi size bir soru:


Türkiyede'ki büyük takımların en son ne zaman tövbesinin tuttuğuna şahit oldunuz? Hangi takım prensipleri doğrultusunda bir karar alıp, her ne olursa olsun uygulayabildi? Gönül verdiğiniz takım yöneticilerinin kaç defa söylediklerini yuttuklarına şahit oldunuz?


Neymiş takımda Brezilyalı sayısı azaltılacakmış, ruhsuz oluyorlarmış, çete oluşturuyorlarmış..mış mış.....


Sonuç??


Diğer ülkeden olan oyuncuları da yollayıp yerlerine Brezilyalı aldınız...ne oldu o kadar rüzgar?


Brezilya konsolosluğunda bizdeki kadar Brezilya'lı çalışmıyodur yahu! eminim yakında orada da sırf Fenerbahçe'li futbolculara bakan özel bir departman açarlar.


Uzun lafın kısası, bu sezon başında da Aziz Yıldırım'dan masallar dinledik...bu futbolcuların menejerin de Figer olduğu yarın bir gün ortaya çıkar, hikaye tamamlanır.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Nabucco İmzalandı.


Biraz geç de olsa konuyla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Zira, Nabucco Projesi hakkında, en azından blog camiasında, yorum yapabilecek en muktedir kişilerden biriyim.. bkz yukarıdaki fotoğraf, bkz ekmek parası:)


Proje ile ilgili; konferanslara katılmış, en yetkili kişilerle fikir alışverişinde bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki, bu antlaşmanın bu aşamada imzalanması bir tek amacı işaret eder:


Nikahta Keramet Vardır!


Proje hakkında yazılanlar, özellikle mevcut gazın yetersizliği, tamamen doğru. Zaten bu boruların içini doldurabilmek, tamamen Türkiye'nin Ortadoğu ve Avrupa'daki gücünü gösterecek. Yılmaz Özdil gibi işkembeden sallayanların da dediklerine itibar etmemek lazım. Yeterli gaz var, önemli olan bu gazı çıkartabilecek emparyalist hamleleri yapabilmekte. Mesela, İran'ın geçen sene doğalgaz sorunu yaşadığı doğrudur. Fakat bu, tamamen malum sebeplerinden dolayı, kaynaklarını yeteri kadar kullanamadıkları ile ilişkilidir.


Bakmayın bu günlerde, siyasi rüzgar amaçlı, gırtlağımıza kadar Nabucco'ya battığımıza. Bu tarz projelerin hayata geçmesi minimum 5 senedir. Yani 2 ay sonra kimse hatırlamaz, bilen için de operanın ötesine geçmez.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Maklube


Benim gibi, tatillerinizi anasının babasının köyünde geçirmeyen biriyseniz. Memleketten kuzenim geldi, teyzemler yatıya kalacak, muhabbetleri size uzaksa. Büyükşehirde büyüyüp oranın kültürüyle yoğrulmuşsanız. Devlet Üniversitesindeki ilk zamanlarınız, size yaşadığınız toplum hakkında kısa bir özet geçer.

Bu özet, genelde hoş deneyimlerden oluşur. Ülkenin dört bir yanından gelmiş arkadaşlarınızdan farkı şeyler öğrenirsiniz.

Benim, Üniversitedeki Anadolu kökenli arkadaşlarımın bir çoğu bulundukları şehirdeki FEM muadili dershanelerden gelmişti. Farklı illerden olsalar da, aynı lisanı konuşurlardı. Bolca gittikleri yaz kamplarını anlatır, ortak geçmişlerini yad ederlerdi. Yine böyle bir alkollü ortamda ( e sonuçta benim arkadaşımlar:) artık kabak tadı veren "Aaah bir maklube olsa da yesek" iç geçirmelerine son noktayı koydum. Madem bu kadar güzel yapın da yiyelim!

Efendim, meğerse Hocaefendinin favorisi olduğundan, bütün gidilen yaz kamplarının, yatılı dershane ortamlarının olmazsa olmaz yemeğiymiş. İlk gördüğümde içine kesik pipi parçasının atıldığı iddia edilen etli sünnet pilavına benzettim. Tadı nasıldı diye soracak olursanız vereceğim cevap açık: Bilmiyorum!. Zira o sırada aynı pilava giren 10 tane kaşığın değmediği yerlerden yemeğe ve gene adet üzerine yer sofrası kurulduğundan kıçımın üzerinde dik durmaya, çalışıyordum. Anlayacağınız ilk maklube deneyimim hayal kırıklıkları ile doluydu.


Daha sonra Türkiye islamlaştıkca,şahsına münhasır bir zümre ortaya çıktı. Aslında temeli olmayan bu gereksiz topluluk, özellikle ramazan ayındaki davetlerde görgüsüzlüğü tavana vururken ,maklube ismi kulağıma daha sık çalınmaya başladı. Hatta bazı aklı evvellerin Hocaefendiyi anmak için bu pilavımsıyı yediğini öğrendim.


Birgün internette dolaşırken http://www.maklube.com/ diye bir site gördüm. Gördüm ki kapitalist düzen her yere sirayet etmiş, kapına kadar getiriyolar mevzuyu. Benim gibi aç birkaç arkadaş bulup, sipariş ettim. Sonuç:bayağı ağır olmakla beraber fena değildi. Masa üzerinde ve tabak taksimi ile yenildiğinde rakının yanında gideri var.... Zaten yemek orta asya kökenliymiş...Hocaefendi kusura bakmasın...


Soğuklar başlar başlamaz yapıştırın....




9 Temmuz 2009 Perşembe

Graduate


Konuyu ortaya atan ilk Haşmet Babaoğlu'ydu. Açıkca söylemek gerekirse, kendisinin bu ülkede en gereksiz adamlardan biri olduğuna inanırım. Hıncal Uluç'un uğraşıp, ünlü yapmayı başarabildiği ender insanlardandır(Bir diğeri için bkz: Nez). Neyse, Haşmet kedi olalı bir fare tuttu ve benim de içinde bulunduğum topluluk hakkında Vatan'daki köşesinde güzel bir tespitte bulundu. Belki bu saptamaları birisinden duymuştur bilemeyiz, ama yazısının keyfine sürecekken bu melankolik serserinin başına bir gazeteci yaşayabileceği en kötü şeylerden biri geldi. Engin Ardıç topa girdi!

Efendim, Engin Ardıç'ın bugün yazdığı yazının ilk paragrafı konuyu özetler herhalde:


KAÇAK

Haşmet Babaoğlu, "yüksek lisans" yapmak isteyen çoğu öğrencinin aslında yetişkinlikten kaçtığını, hayattan korktuğunu yazmış... Çok zor bulunacak "işi", arslanın ağzında olan ekmeği aramaktan da böylece kurtuluyorlar, ya da en azından erteliyorlar. Amaçları "bilim üretmek" değil, asla. Yerden göğe kadar haklıdır. Bunlar hayatın kıyısında kalakalan, bundan da hoşnut görünen ürkek sığırcık yavrularıdır. Yüksek lisansın arkasından doktora gelecektir, sonra belki bir doktora daha... Önemli bir yanlış yapmazsan, tıpkı asker terfii gibi, önce doçentlik sonra profesörlük de garanti. Üç çarçur makale, iki arak kitapla işi bitirirsin. Bunlara "eternal student" derler, ebedi öğrenci... "Üniversitede kalmak", birçok insan için "hayattan kaçmanın" en "şık" yoludur. Kimse onu suçlayamaz da...


Yazının geri kalan kısmında, Ardıç kendi klasiği olarak olayı solculuğa vurup mental masturbasyon yaptığı için, kayda değer bir şey yok.

İnternetteki yorumlara baktığımda "bizim tayfanın" Ardıç'a ağzına geleni söylediğini gördüm.

Engin Ardıç gerçekten nefret edilecek bir adamdır, fakat bu onun zeki birisi olduğu gerçeğini değiştirmez. Ben kendi adıma her kelimesinin altına imzamı atıyorum. Bu yorumu Ardıç değil de, aynı üslupla Can Yücel yapsaydı, yorumlar tam tersi olurdu .


İnsanın lisans eğitimini bitirdikten sonra sudan çıkmış balığa döndüğü doğrudur. Askerlik, iş bulma telaşı derken yüksek lisans yapmak tatlı gelir. Tabi bir an önce hayat mücadelesine atılmak zorunda olan arkadaşlarımı ayrı tutuyorum.

Hayatımın 3 senesini akademisyen olarak geçirdim. Doktor olmanın kıyısından dönmüş bir yüksek mühendisim. Bu süre zarfında Türkiye'de akademisyenliğin ne olduğu, yükselmek için neler yapman gerektiğini çok iyi öğrendim. Bunun sebebi YÖK müdür, liselerdeki eğitimin kalitesizliği midir bilmem, ama durum gerçekten içler acısı.....Bu konuyu, fırsat bulursam uzun uzun yazacağım.


Bugün, "working class hero" tadında bir beyaz yakayım. Yüksek yapmam, bugünkü kariyerime etki etti mi bilmiyorum...bunu, bu güne kadar çalıştığım şirketlerin İnsan Kaynakları bölümüne sormak lazım. Tek bildiğim, 40 yılda bir bir yere titrimi yazmam gerekmedikçe bunun "gururunu!?" yaşamıyor olmam. Hah unutmadan, bir de ev kiralarken işe yarıyor.. Seni efendi uslu zannediyorlar.

Her şeye rağmen ölünceye kadar kapı zilime *Makina Yüksek Mühendisi yazabileceğim duygusuyla kendimi avutuyorum ama sık sık "madem özel sektörde çalışacaktın 2 seneni neden heba ettin" diye de düşünüyorum.



* Bu yüksek başa mı yazılır ortaya mı yazılır geyiği feci sıktı. Ben bu karışıklıkların Türk Dilindeki bazı yetersizliklerden dolayı kaynaklandığını düşünüyorum. Etrafta herkes bir örnek verirken o iğrenç işareti yapıp " tırnak içinde söylüyorum" demeye başladı. Yok mudur kardeşim bu dilde bu anlamı verebilecek kalıp. Herkes şaklaban oldu afedersin....


Konu Fotoğrafı: Ardıç'ın eskilerde yazdığı efsane "Metalci" yazısı....

Altay'ın Tarihinde Böyle Bir şey Var mı Acaba!?


*Büyük kurtarıcımız MUSTAFA KEMAL'in Kurtuluş Savaşı sonrasında İMALAT-I HARBİYE Genel Müdürlüğünü ve Kulübümüzü ziyaretleri sırasında yaptıkları sohbetten esinlenerek renklerimiz SARI - LACİVERT olarak benimsenmiş ve kabul görmüştü

Ziyaretleri sırasında fabrika Müdür ve yetkililerinden bilgi alan Büyük Önder MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'e istirahatleri sırasında mevsim meyvelerinden iri taneli Ankara'nın ünlü misket üzümü ile kavun ikram edilmişti. Büyük Önder bu ikramdan çok hoşnut kalmıştı. Kendisinin yaptığı tanımlamada "Üzüm Glikoz bakımından en zengin meyve türüdür. Kişiye güç ve kuvvet verir ve değişik türleri vardır. En önemlisi Ankara da bolca yetişen iri taneli lacivert renkli misket üzümüdür. Misketin lacivert rengi güç ve kuvvet simgesidir. Kavun kabakgiller familyasındandır. Güzel kokulu, tatlı ve sıvı bir meyve türüdür. Sarı, yeşil ve pembeye kaçan renkli çeşidi vardır. Sarı renk, hırs ve başarının simgesidir. Kişi başarı sonrası bundan büyük gurur duyar.) TİCİ'nin boykot kararı sonrası yapılan toplantıda İbrahim SOMÇELİK te bulunuyordu. Renk arayışı sırasında birden bu olay aklına gelmiş ve SARI - LACİVERT renkleri ortaya atmıştı. Bu renkler toplantıda oybirliği ile kabul edildi. SARI : KAZANMA HIRSI ve BAŞARI. LACİVERT : KUVVET ve GÜÇ


* MKE Ankaragücü Resmi Web Sitesinden.


Ne Kadar zorlama tasvirler...bilinen gerçekleri söylemekten imtina etmek insanı böyle komik duruma düşürür işte...gerçi bu komik duruma düşen tek takım Ankaragücü değil ya neyse...


Yeri gelmişken söylemekte fayda var. Fenerbahçe Spor Klubü, müzesinde duran fotoğraftaki belgeyi Anıtkabir müzesine bağışlamalıdır. Orada Atatürk'ün el yazmalarının yanında sergilenmeyi hak ediyor çünkü. Atatürk'ün spor tutkusu diye bir köşe açılır,koyacak daha iyi bir belgesi olanlar için de yanına boş bir yer ayarlanır elbet:)

7 Temmuz 2009 Salı

Fecaat’tan Dev Hizmet! :Degaje Mevzuu




Saadetler bozulmasın, bilgisayar başında stresten tırnaklar kemirilmesin…
Artık hiçbir şey gizli kalmayacak, çünkü bu kanayan yaraya neşteri vuruyoruz….


Konumuz: gözümüzden sakındığımız zevcelerimizin/bayan arkadaşlarımızın, “semi-üryan” mayolu fotoğraflarını, iletişim ve arkadaşlık sitelerinde neşretmeleri.

Şimdi efendim, bizi karşı cinsten ayıran özelliklerden birisi işimize gelmeyen restleşmelerde takındığımız tavırdır. Erkekler sıkıştığı zaman yavşak bir tavır sergileyip, bütün yelkenleri suya indirirler. Kızlar ise tam aksine asabi ve çirkef bir hale bürünüp bütün atakları daha olgunlaşmadan orta sahada savuştururlar.

Şimdi, bu konunun birçok hemcinsimiz için sorun olduğunu bizzat biliyoruz. Bazıları kendinde bunu söyleyecek cesareti bulamazken, bazılarına da lafları ağızlarına tıkılmak suretiyle hadleri bildiriliyor. Tabii bu işlere girmeyen bayan arkadaşlarımızı konunun dışında tutuyoruz. Ama unutmayın, toplumda bir sorun varsa bu hepimizi ilgilendirir.

Şimdi mevzubahis bayan arkadaşlarımız tarafından, bu şikayetimize verilecek olası cevabı irdeleyelim:

Ay sana inanmıyorum Berke, listemdeki herkes benim arkadaşım. Tatile beraber gitsek zaten beni o şekilde görecekler!!

Herhalde yüzyılın kolpası seçilse, bu bahane ilk 100’e girer. Bir kere hepimiz biliyoruz ki bu iletişim sitelerindeki arkadaş listelerinde; “ilkokul arkadaşımın yan komşusu, tatilde üst geçitten geçerken kıç kıça vurduğun çocuk” tadında onlarca sap vardır. İlgili bayana bu çocuklardan kaç tanesi ile tatile çıktın diye sorsanız yukarıda bahsettiğim tür bir tepkiyle karşılaşacaksınızdır, ama yılmayın! Ne demiş Tevfik Fikret: Hak bildiğin yolda yalnız yürüyeceksin…

Konuyu rasyonel olarak irdelemek, sebep sonuç ilişkisine girmek, tüme varım&tümden gelim manevraları, ilgili arkadaşın zihninde overload etkisi yaratabilir. Dolayısıyla hadiseyi net ve kısa anlatmakta fayda var. Bir kere, Türk arkadaşlarla beraber tatile gitme tarihi, bizim “Ray Charles Sendromu” dediğim vakalarla doludur. Gayet dekolte mayoları giymiş hanım kızlarımızın olduğu arkadaş ortamında, aman gözüm bir yere takıldığı görülmesin, aman birinin göğüslerine zoomladığım başkası tarafından fark edilmesin stresiyle heba olmuş nice babayiğit, gözbebeklerin bile belli olmadığı güneş gözlüklerini bir saniye çıkaramadan koca tatili heba etmiştir. Hele yanında kız arkadaşı varsa o gözlükler akşam yemeğinde dahi takılır. Çünkü Türk kızlarının tatil ortamında önünden çok, erkek arkadaşının nereye baktığına baktığı (ne cümle oldu be!) aşikârdır. Şimdi bu sıkıntılarla cebelleşen bizlere, sen hiç öyle uğraşma, boşuna boynun tutulmasın dercesine bu fotoğrafları limitsiz servis etmek nedir sorarız size! Bazı hatun kişilerin: “Sen herkesi kendin gibi zannediyorsun, Burak böyle bir çocuk değil!” dediğini duyabiliyoruz. Unutmayın erkek erkektir. Sizin algıladığınız, onun kendisini size nasıl lanse ettiğidir. Saçlarını balmumu ile ördürmüş de olsa, Bach da dinlese, o tanıdığınız Burak’ın biralı sap ortamlarda nasıl konuştuğunu neler anlattığını duysanız, kendisinden tiksinirsiniz.

Bununla beraber,

Türk Erkeklerinin bir kıza yazma süreci hepimizin malumudur. Aslında deli divane de olsa, günde 80 mesaj atsa, 20 kere arasa da etrafındaki kankalarına hep aynı kolpayı yapacaktır….. “Ya Büke diye bir kız var, ama bilmiyorum…çok tipim değil gibi….” Bunun arkasında 2 sebep olabilir:

1-) Kız bize bakmazsa, arkadaşlarıma rezil olmayayım. O yüzden kızı ben beğenmedim yalan payını kendime bırakayım.

2-) Ya… kız biraz çirkin gibi, tam emin değilim. İşi yavaştan alayım, hem arkadaşlarıma gönülsüz başladım imajını vereyim ki, kızı beğenmezlerse benimle dalga geçmesinler.

Bakınız, bizi bu amme hizmetimizde ilgilendiren 2. alternatiftir.
Kankalık müessesesi Büke ismini esas oğlanın ağzından sıkca duymaya başlayınca, dimağlara bir merak duygusu zerk olacaktır. Ve kritik soru sorulacaktır: “Hafız nasıl bir kız bu ya, güzel mi ? Facebook’da yok mu?”.
İşte zurnanın zırt dediği bu andır. Bir yalanı sonsuza kadar yaşayamayacağınızdan Büke’nin fotoğraflarını göstermek durumunda kalırsınız. Çünkü bu müessese gayet arsız olduğu için, arkadaş listenizi tetkik etmek suretiyle Büke’nin varlığından haberdar olmuştur bile. Profile pictures, albums derken “Bodrum 2007” isimli albüme denk gelirsiniz. Ve işte kader anı..!!!
Büke’nin haşmetli ve tabiî ki bikinili vücudu gözler önündedir.
Kankalık Müessesesi, esas oğlanın 2. Alternatifteki kaçak güreşir tarzından güç alarak ve tabiî ki terbiyesiz olduğundan şöyle bir yorum yapar: “Hacı,memeler iyiymiş ha!”
İşte esas oğlanın bittiği an bu andır. Bundan sonra o kızla ne kadar ciddi ilişki kurarsa kursun, müessesenin ilk yorumu hep aklında kalacaktır. Müessese de terbiyesizdir ama hayvan değildir. Daha sonra bu yorumundan çok pişman olacaktır ama iş işten geçmiştir. Hatta birçok ilişkinin bu aşamada bu anlattığımıza yakın nedenlerden dolayı bittiğini biliriz. Sevgili bayan arkadaşlarımız, bunu bilin buna göre davranın.


İşte bizim uğraşımız bu tarz namüsait durumlarla karşılaşmamaktır. Bunun geri kafalılıkla, alt kültür olmakla alakası yoktur. Türk İstikbalinin geleceği için sağlıklı ilişkiler kurulmalıdır.

Ve Fecaat üzerine düşeni yapmaya devam edecektir!

Ps: Bayanlar,”bayan” lafından neden nefret ediyor bilmeyiz ama biz sevdik kullandık:)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Kör Olasın Demiyorum, Kör Olma da Gör Beni...


bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan gözü destan elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da gör beni

damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne

gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne

kahrolasın demiyorum
kahrolma da gör beni

kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne

ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu

kör olasın demiyorum
kör olma da gör beni
H.Hüseyin KORKMAZGİL- 1973

Hazretleri Döndü.

Örnek 1:
Etki: Her maç öncesi yumruk şov, maç içerisinde ota boka forma öp, doğuştan x'liyim de, rakip takıma küfür et, ölürüm de y'nin formasını giymem diye bağır...vs...
Tepki: Çocuk yürekten oynuyor, formasının hakkını veriyor, bunun gibiler her takıma lazım, içimizden biri...vs..
Arka Plan: Paragözlülük, takım içerisinde huzursuzluk çıkarma, tribünlere oynayıp arkadaşlarından rol çalma, maksimum ahlaksızlık, minimum değer...vs...
Misal: Mirsad, Sabri, Nouma, Volkan..vs...
Örnek 2:
Etki: Basınla fazla konuşma, her zaman vakur dur, küçük maçların büyük oyuncusu ol.
Tepki: Büyük Oyuncu, Efendi adam, gençlerin örnek alması gereken biri, helal olsun aldığı paraya...vs....
Arka Plan: Sorumsuzluk, takım içinde kadrolaşmaya liderlik etme, ehlikeyiflik, büyük maçlardan önce "sakatım" kaprisleri, rötarlı sezon açılışları....vs....
Misal: Oğuz,Alex,Uche,Hakan Şükür, Feyyaz...vs...
Eminim bu kısır döngü Türkiye'de 50 sene önce vardı. Gene Selçuk Şahin, Ümit Özat, İbrahim Üzülmez gibiler, taraftarla karşı karşıya gelmek uğruna, elini taşın altına koyup afaroz ediliyorlardı.
Ceza verebilecek misiniz büyük! kaptana? alabilecek misiniz o şanlı bandı kolundan...?
Aykut, sen Fenerbahçe'nin en disiplinsiz zamanlarını yaşadın, adamlığından taviz vermediğin için bu takımdan gönderildin. Umarım gereğini yaparsın, bu taraftar seni 10 tane Alex'e değişmez, bunu unutma!

3 Temmuz 2009 Cuma

Sevebilme İhtimalim Yok


.......

yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini

sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü

ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum

muş ovasının yalancı maviliğini

otobüs oluyordum bir süre

yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde otobüs oluyordum

bir ülkeden bir ülkeye


Hangi iç ülke bu hafız? Muş taraflarında hem de....

en bilinen şiirin bu, ama yayın organlarında ön plana çıkartmadın. Yanılmıyorsam klibi de başka kötü bir şiirine çektin. Neden?


Hayatın takiye..

Komik de değilsin, öğrencilerin senden de fena...Nasıl gülüyorlar o programa anlamıyorum.

Kardeşin ve eşi konusu tamamen başka bir ömür törpüsü.
inceden çekilsen ya sahneden..

Kağıt Parçası Dediğin!


Bir insan sahte belge düzenlerse imzayı kendi adına mı açar? Kurmaylık sınavını kazanacak kadar zeki, Ağustos ayında paşalığa terfi ettirilmesi kesin gözüyle bakılan bir Albay, daha kaliteli bir “kağıt parçası” hazırlayamıyor muydu?
Hadi bunları bıraktım. Devletin, askeriyenin yazışma mantığını az da olsa bilen birisi bu işlerin numara üzerinden gittiğini bilir. Belgenin numarası olup olmadığını gazetelerden göremiyoruz, ama resmi bir yazışma böyle olmak durumundadır. İlker Başbuğ basın toplantısında sağa sola tehditler savuracağına şöyle bir konuşma yapamaz mıydı ?

“Arkadaşlar bu yazının üzerinde şu tarih ve şu numarayla imza edildiği görülmektedir. Fakat bu numara şu elimdeki yazışmaya ait numaradır. Dolayısıyla mükerrerlik vardır ve bu belge sahtedir. Bu numaraya ait orijinal yazıyı devlet güvenliği nedeniyle basına gösteremiyorum. Fakat askeri savcılar gereğini yapacaklardır.”

Bitti….

Ayrıca,

Dursun Çiçek, Askeri Mahkeme tarafından neden suçsuz bulundu, sonra neden tutuklandı ve şimdi neden serbest, hepsi muamma. Madem birileri Albay’a komplo kurdu ve onun belgeyle uzaktan yakından alakası yok, mesleki kariyerinin sekteye uğramaması lazım!

Bakacağız….

Askerler ve doktorları birbirine çok benzetiyorum. Kurallar üzerine kurulmuş hayatlar, bolca tanrı kompleksi ve dünyanın en kötü idarecileri. Neden Hastaneleri yöneticileri doktor olmaz ve bu iş için üniversitelerde ilgili bölümler açılmıştır. Neden 10 senedir görevinin başında olan Genel Kurmay Başkanı yoktur da zırt pırt görev teslimi olur. Çünkü bu adamların yöneticilik mantığı, o zamana kadar üstlerinden ne gördükleriyle sınırlıdır. Yeni fikirlere, gelişime her zaman kapalıdırlar.

Asker, AKP’den sıkı bir gol yedi. Şimdi de bu golü çıkartmaya çalışıyor. Esas görevlerini dışına taşıp; yargıya, demokrasiye müdahale etmeye devam ettikleri sürece de bu kontraları daha çok savuşturmaya çalışırlar.

Bu sefer gerçekten Bitti….

3 Temmuz 1883


Doğum günün kutlu olsun...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Starting Line Up...

Olayı, yeni çıkan bulvar gazetelerinin “Başlarken..” başlıklı editör yazılarına benzetmenin bir anlamı yok tabii…Bizim öyle çok bir şey ispat etmeye niyetimiz de yok zaten. Neysek o'yuz. Su akar yolunu bulur, inceldiği yerden kopar… Bizim için hayat; ne sadece futboldur, ne aşk, ne eğlence… Bir gece ansızın uyandığında, yatağından su içmek için buzdolabına yürürken düşündüklerimizdir bizi biz yapan… En büyük öfkemiz, sabahın köründe kalktığımızda “ulan bu akşam eve döner dönmez uyuyacağım” diye sövmemizdir kendimize. Mutluluğumuzu da ufak şeylere bağlar, daha sonra başımıza gelecek olası kötü şeylerin hayaliyle gölgeleriz.
Çok ciddiye almayın, mesaiye başlarken okumayın. Ha… bir de gıyabımızda sövmeyin, en kötü, kendi halimize bırakın bizi…
Hade vira bismillah!!!