12 Ekim 2009 Pazartesi

Papazın Çayırı Öksüz....




2001 yılıydı, Fenerlist’in Cebit fuarındaki standında görevliydim. Yoğun bir gündü, futbolcular standa ziyarete gelip konuşma yapmıştı. Özel koruma görevlisi gibi futbolcuları kalabalıktan korumak için çok fazla çaba sarf etmiştik. Bütün o karmaşanın içerisinde, yorgun bacaklarımın vücudumu taşıyamaz hale geldiği anda, saçı sakalı birbirine karışmış sevimli suratlı aydın görünüşlü birisinin yaklaştığını gördüm. “Merhaba çocuklar, ben Cumhuriyet'ten Mehmet Sucu…gazeteciyim”.


Hani klasik geyiktir, bazı insanlarla ilk defa tanışsan bile yıllardır berabermişsiniz gibi bir sıcaklık hissedersiniz.. İşte Mehmet Sucu böyle bir adamdı. Fenerbahçe üzerine biraz sohbet etmiştik. Anarşist düşünceleri olan, takıma ve taraftarlığa başka gözden bakan birisiydi.
Bizdeki o gençlik heyecanını görüp bombasını patlatmıştı: Çocuklar neden bir taraftar fanzini çıkarmıyoruz? Bizi öyle motive etmişti ki sonuçlarını hiç düşünmeden bu fikri benimsemiştik.
Ben,Onur Tuncer, Hakan Açıkalın, Cengizhan Yeldan ve tabi ki Mehmet Sucu. İlk kadromuz buydu. Fanzinin ismini ben ortaya atmıştım….Papazın Çayırı….


Büyük bir şevkle çalışmaya başladık. Tribünün önde gelen simalarından biri ile röportaj ayarladım. Mehmet Sucu o zamanlar üniversitede ders veriyordu ve bu işlere meraklı bir kız öğrencisi vardı. Bizimle beraber röportaja katıldı, teybine kaydettiği konuşmaları yazıya döktü. Ben sahte isimle Gençlerbirliği deplasmanı yazısı yazdım, Mehmet Sucu yakın arkadaşı Bedri Baykam’dan bir yazı aldı. Onur, takımla beraber kamptaydı ve futbolcuların yaşamından kesit içeren çok güzel bir yazı yazdı.Cumhuriyet gazetesinin arşivlerinden 2 adet güzel Fenerbahçe fotoğrafı bulduk ve dergiye ekledik. Dergiyi oluşturmak için Cumhuriyet'in Cağaloğlu binasında saatlerce çalıştık.Çok güzel bir sayı olmuştu. Trabzon maçından önce eskilerin gazeteci çocukları gibi bütün sayıları elden satmıştık, hatta Kadıköy rıhtımındaki gazete bayilerine verdiğimiz sayılar bile tükenmişti.


Ne yazık ki dergi kimilerini rahatsız etmişti. Bize röportaj veren kişinin bazı sözleri Galatasaray tribününü sinirlendi. Aynı kişi bu lafları söylemediğini ve bizim çarpıttığımızı söyleyince okka altına gitmiştik. İş büyümüş ve istemediğimiz yerlere gitmişti. Bu konuda daha fazla ayrıntı vermeyeceğim. Çok severek başladığımız macera daha ilk sayıda sona ermişti.


İşte Türkiye’nin ilk bağımsız tribün fanzini Papazın Çayırı’nın hikayesi böyleydi…


Yukarıda saydığım isimlerle hala görüşüyorum ama Mehmet Sucu ile farklı bir ilişkimiz vardı. Birçok kez Cumhuriyet gazetesine ziyaretine gittim. Gazetenin taşındığı Cağaloğlu binasında beni ağırlar onun sayfa mizanpajı ile uğraşmasını, diğer gazetecilerle çalışmasını izlememe izin verirdi. Gerçekten işini bilen, saygı ve sevgi duyulan birisiydi. Gazeteyi bitirdikten sonra bir yerlere içmeye gider memleketi ve Fenerbahçe’yi kurtarırdık….


Bir gün sana bir sürprizim var diye telefon açtı. Mecidiyeköy’deki buluşmamıza 2 adet dergiyle gelmişti. Bunlar, kendisinin 1983 yılında çıkardığı “Sarı Kanarya” adlı Fenerbahçe dergisine ait 2 sayı idi. Dergileri büyük bir iştahla incelerken bir tanesini arkasında eski basketbolcumuz Calvin’in Spor Sergi sarayındaki bir fotoğrafını gördüm. Bu fotoğraf İnternet alemlerinde milad oldu ("milyonlarca " bestesi hangi takıma ait tartışmalarına istinaden) .Bu dergileri Mehmet Ağabey den ödünç almıştım. Her konuşmamızda o dergileri benden geri alacağını, hiç heveslenmemi yarı şaka yarı ciddi söylerdi.


Daha sonra gazete Şişli’ye taşındığında, bombalama olayında ve Mustafa Balbay tutuklandığında birer kez daha görüştük..Mecidiyeköy de son buluşmamızda bana hasta olduğunu söylemişti…


Daha sonra gerek iş hayatı yoğunluğundan, gerekse benim ihmalkârlığımdan çok fazla görüşemedik. Bir iki defa kendisini aradım, bana beynindeki tümörü hallettiğini artık iyileşme sürecinde olduğunu söyledi. Onunla ilgili haberleri almaya devam ediyordum, işi bıraktığını söylüyorlardı. Bir gün maçtan önce uzaktan onu gördüm. Saçları dökülmüş, o aydınlık suratlı adam neredeyse 30 yıl yaşlanmıştı..Bir iki defa kendisine ulaşmaya çalıştıysam da başaramadım…

Pazar sabahı kalktığımda Hasan’ın telefonu ile öğrendim durumu.


Herkesin onu çağırdığı lakabıyla “Sucu” gitmişti….


Cumhuriyet Gazetesi, onu tanımakta zorluk çektiğim son fotoğraflarını basmıştı. Bakmaya bile dayanamadım, zaten kendim de hastalıklarla boğuştuğumdan bazı şeyleri kaldıramayacak durumdaydım.


Bu yazı bir veda yazısı değildir. Vefasızlığımdan dolayı kendime kızgınım sadece…

Artık bana; Dev-Sol’un iç yazışmalarını “off the record” olarak okutacak, Fenerbahçe takımında kim solcu kim sağcı geyiği yapacak, Önder Turacı’nın Türkiye’nin en iyi futbolcusu olduğunu iddia edecek, en can sıkıcı şeye bile bıyık altından gülebilecek bir ağabeyim yok…


2006 da ki Denizli deplasmanında; şampiyonluk elden gitmişken, tribündeki türbanlı bir kızın tavırlarını, saatlerce analiz edebilecek kadar bu dünyadan olmayan uçuk kaçık adam gitti artık...


Seninle ilgili söylenecek, yazılacak o kadar şey var ki…


Ama bana söylediğin bir kelimeyi hayatım boyunca unutmayacağım:
“Kerem, ben burada yazı işleri müdürü olduğum sürece Cumhuriyet’te Fenerbahçe aleyhine haber yazdırmam”


Bana öğrettiklerini, benden geri almayı bir türlü başaramadığın dergileri hayatım boyunca muhafaza edeceğim.

Güle Güle Sucu…

2 yorum:

  1. Çok güzel bir veda yazısı olmuş...Allah rahmet eylesin...

    YanıtlaSil
  2. başınız sağolsun Kerem, Allah rahmet eylesin...

    YanıtlaSil