30 Eylül 2010 Perşembe

Suat

- Suat, sen ne diyorsun bu duruma?


Suat oturduğu yerden biraz doğruldu. Uzun zamandır bir toplantıya bu kadar hazırlıksız gelmemişti. Toplantının büyük kısmında anlatılanları dahi dinlememişti. Sadece konunun şirket satın alımlarındaki mali dengesizlik olduğunu biliyordu. Günlerden Cuma, saat 16:00 suları. Toplantıların en aktif katılımcısı, boş bakışlarla kendini iletişime kapatmıştı. Bu sessizliği direktörün de dikkatini çekmiş olacak ki pası ona atmıştı. Sıradan bir muhasebe elemanıyken finans müdürlüğüne kadar gelmesinde payı çok büyüktü. Onun zekâsına, organizasyonuna ve hazırcevaplılığına güvenirdi. Yeni binyıl ile beraber ona sorumluluk verdiğinden hiç pişman olmamıştı. Sene 2002’ydi, artık yeni bir finans dönemi başlıyordu. Suat gibi çalışanlar şirketi daha yukarılara taşıyacaktı.

Suat ise 34 yaşının son demlerinde olduğu bu günlerde artık yorgunluk hissetmeye başlamıştı. Şirkete girdiği ilk günlerdeki azmi ve gözü karalığı yerini daha kalın bir ense, daha büyük bir göbek ve oturaklı bir kişiliğe bırakmıştı. Bazen aynanın karşısında kendini incelerken, takım elbiseli bu yuppie’nin kendisi olduğuna inanamıyordu. Son aylarda bu kendiyle yabancılaşmayı sıkça yaşar olmuştu. Bütün şirketin ona yediemin muamelesi yapması bazen kendine de komik geliyordu. Hey gidi Suat, 15 sene önce böyle birisi olacağını söyleseler ne gülerdin ama.

- Rakamları incelemeden konuşmak yanlış olur, verileri içeren bir tablo yapılmış mı?

Bu Suat’ın en sevdiği tarzdı. Satınalma Müdürünün sözel bir adam olduğunu bildiği için kendi hazırlıksızlığı ortaya çıkmadan saldırıya geçmişti. Satınalma Müdürü, bu konuda biraz daha çalışmaları gerektiğini söyleyip golü yemişti. Doğal olarak toplantı bir sonraki haftaya ertelendi. Suat gene direktörün gözünde; hikâye anlatmayan, analitik düşünen, veriler olmadan kahramanlık yapmayan bir idareci konumundaydı. Toplantı sona erdi, mesai de bitmişti. Zincirlikuyu-Caddebostan yolu yine bütün eziyetiyle onu bekliyordu.

-----

-Aşkııım, Petek’in canı çikolata çekmiş, gelirken alır mısın acaba?

Suat, Aysel ile evliğinin yedinci yılını henüz devirmişti. Hayatları beş senedir kızları Petek odaklıydı. Kızını hayatta her şeyden çok severdi ve Aysel ile çocuk üzerinden sürtüşmemesi gerektiğini çoktan öğrenmişti. Karısının hayatında olduğuna sıklıkla şükrederdi. Şu an baktığında 8 yıl önceki Suat’la, Aysel gibi bir kızın evlenmesi mucizeydi. Hem yetim hem öksüzdü Suat, amcasının yanında yaşayan askerden yeni gelmiş bir iktisatçıydı. Aysel’in varlıklı ailesi, amcasının çok yakın ahbapları olmasa, bu evliliğe onay verir miydi acaba. Babasının ihtilalde evlerinden gözaltına alındığı gün, ki onu son gördüğü gündü, 12 yaşındaydı. Bir daha hiç geri dönmemişti. Devlet cesedini bile vermemiş, gözaltında kaybolduğunu söyleyip başlarından savmıştı onları. Annesi ile yaşlı amcasının yanlarına taşınmışlardı. Fakat annesi babasının acısına daha fazla dayanamayıp ertesi sena vefat etmişti. Acıbadem’deki yaşlı amcası ve yengesiyle yaşayan on üç yaşındaki bir çocuktu artık. Suat, Rıza Amcasından oldukça çekinirdi. Yirmi bir yaşındayken onu karşısına alıp, artık bu şekilde devam edemeyeceğini, hayatına düzen vermesi gerektiğini dikte ettiğinde de, Aysel ile nişanlanmadan önce de, üniversite tercihini yaparken de hep onu dinlemişti. Otoriter bir adamdı, tüm o yaşananlara rağmen devlete laf söyletmezdi. Suat’a hep “devlet baba büyüktür, ona minnet duy” derdi. Koca Rıza Amcası da yoktu artık. En azından öz torunu gibi sevdiği Petek’in doğumuna şahit olmuştu. Onu babası kadar özlüyordu.

Suat, Boğaz Köprüsü’nü geçerken trafik hengâmesini izledi. Bunca insan, iş, para, koşuşturma. Koca Rıza’nın ölüm döşeğinde ona anlattığı hikaye aklına geldi:

Babası, ölmeden önce, oğluna iki mektup vermiş. Vasiyeti, birinci mektubun öldüğünde, ikinci mektubun ise gömüldükten sonra açılmasıymış. Baba, ölünce, oğlu birinci mektubu açmış. Babasının isteği, çorapları ile gömülmekmiş. Oğlu, bu isteği gerçekleştirebilmek için çok uğraşmış ama dini kurallar buna izin vermediği için yerine getirememiş. Gömüldükten sonra, oğlu ikinci mektubu açmış;

"Oğlum gördün mü, bir çift çorabı dahi öbür tarafa götüremiyorsun!!!".

Dikiz aynasından bir kez daha kendisine baktı. Kendisini tanımakta yine zorluk çekti.

Çikolatayı herhangi bir bakkaldan alamazdı. Aysel, konu Petek olunca seçiciydi. Telefonla arayıp bir şey istediğinde Suat’ın bu yükümlüğü gerçekleştirmeme şansı pek olmazdı. Hamile kalmasıyla beraber babasının şirketindeki kariyerine son vermiş, hayatını çocuğuna adamıştı. Petek okula başlayınca eski işine geri döneceğini söylüyordu ama Suat buna ihtimal vermiyordu. Fakat bu düşüncesini Aysel bilmezdi. Çünkü insanları, özellikle de eşini, yönlendirmeye çalışmazdı. Suat iş hayatındaki profilinin aksine, özelinde sessiz ve ılımlı biriydi. Rıza Amcası ölünce, kayınpederinin; Petek’in büyümeye başladığını, o zamanlar oturdukları kira evin küçük geleceğini, Caddebostan’da kendisine ait eve taşınmaları gerektiğini söylediğinde de fazla direnmemişti. Başka birisi olsa bu teklife dört elle sarılırdı. Suat bunun onu daha mutlu biri yapmayacağını daha o günden biliyordu. Rest çekmek de ona bir şey kazandırmayacaktı. İnsanları dinledi ve akışına bıraktı.

Uğradığı büyük süpermarkette reyonların arasında, Petek’in sevdiği ithal çikolatayı ararken saat 20:00 olmuştu bile. Cuma trafiğinde oraya uğramak için bayağı bir zaman kaybetmişti. Markette kendi gibi birçok yalnız erkeğin alışveriş yaptığını gördü. Şöyle bir oturup birkaç dakika konuşsalar hepsinden ne hikâyeler çıkardı acaba! İstediği markayı bulmuş kasaya doğru yürürken arkasından gelen sesle irkildi:

-Suti! N’aber yahu… Hatırladın mı beni?

Suti… Gençlik lakabını duymayalı ne kadar olmuştu. En son üç sene önce Bağdat Caddesi’nde Petek’i gezdirirken rastladıkları Fiko’dan duymuştu bunu. Suat pek oralı olmamış, kısa bir selamlamayla geçiştirmişti. Aysel, Fiko’nun kılık kıyafetinden rahatsız olmuş, nerden tanıştıklarını ekşi bir surat ifadesiyle sormuştu. Suat, ilkokulda aynı sınıfta olduklarını söyleyerek konuyu değiştirmişti.

-Hatırladın mı beni, Erman ben! Boniek Erman!

Üzerinde iş tulumu olan Erman’ı tabii ki hatırlamıştı. 5 senesini beraber geçirdiği birini nasıl unuturdu. Yılların kendisine davrandığı kadar Erman’a gaddar davranmadığını gördü. Biraz dökülse de, sarı saçları hala tiril tirildi. Boniek gibi!

-Hatırladım, merhaba Erman nasılsın?

-Teşekkürler, buranın teknik servisinde çalışıyorum. Seni arkadan gördüm. İlk başta emin değildim ama yürümeye başlayınca tamam dedim. Acıbadem’li Suti’nin yürüyüşü bu! Neler yapıyorsun?

Suat konuyu fazla uzatmak istemiyordu. Erman’la karşılaşmanın sıkıntısı bir yana, eve fazlaca geç kalmıştı. Ailesinden hiç bahsetmedi. Bir şirkette muhasebeci olduğunu söyledi. Erman gülen bir ifadeyle,

-Ne kadar kilo almışsın yahu! Hiç yakışıyor mu? Eskiden ne kadar zayıftın. Hatırlar mısın kovalamalarda en önde hep sen koşardın. Hatta bir gün…

Suat, Erman’ın lafını kesti. O konulara girmesini istemiyordu. Geç kaldığını, eve yetişmesi gerektiğini belirtti. Vedalaştılar. Erman, süpermarket zincirinin elektrik bakım sorumlusu olduğunu, isterse ona merkez ofisten ulaşabileceğini söyledi. Suat kafasını salladı. Erman belli ki onun iletişim bilgilerini almak istiyordu. Suat oralı olmadı, elini sıkıp yürümeye başladı. Erman son bir kez konuştu,

-Suti, artık hiç gelmiyorsun değil mi?

- Hayır, pek vakit olmuyor.

- Anladım, biz bazı çocuklarla hala kovalıyoruz. Sana rastladığımı söyleyeceğim. Çok sevinecekler.

Gülümsedi. Hayatında bir süpermarketten bu şekilde koşar adım çıkacağını hiç tahmin etmemişti. Kendini çok kötü hissediyordu. Bir ara nefes nefese kaldı. Arabaya bindi ve kafasını direksiyona yasladı.

Telefonu çalınca kendine geldi. Arayan Aysel’di. Trafiğin umduğundan da fazla olduğunu söyleyip birazdan geleceğini söyledi.

Kendini toparlamalıydı. Aysel bir şey olduğunu hemen anlardı. Erman ile konuştuklarını kafasından çıkarması lazımdı.

Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder